“Veren de Allahü teâlâdır, alan da..."
26/11/2021 Cuma Köşe yazarı A.D
Kur'ân-ı kerîmde
buyuruldu ki: "Dünya hayatında onların geçimliklerini [maddi, manevi
bütün rızıklarını] aralarında biz taksim ettik."
Allahü teâlâ, her
insanın ve her hayvanın rızkını ezelde takdir etmiş, ayırmıştır. Rızık hiç
değişmez, azalmaz ve çoğalmaz. Kimse kimsenin rızkını yiyemez. Kimse kendi
rızkını yemeden, bitirmeden ölmez... Rızkın birkaç anlamı vardır:
1- Rızık denince
yiyecek içecek şey anlaşılır. Çoğulu da erzaktır, rızıklar demektir. İnsanlar
rızık denince bunu anlarlar.
2- Rızık, sadece yiyip içilen ve kullanılanlardır. Yiyip içilmeyen
ve kullanmayan rızık sayılmaz. Fazla kazanç, malı arttırır; ama, rızkı
arttırmaz. Rızık, mukadderdir.
3- İnsana faydası olan maddi ve manevi her şey rızıktır. Bir âyet-i
kerime meali:
(Dünya hayatında onların geçimliklerini [maddi, manevi bütün
rızıklarını] aralarında biz taksim ettik.) [Zuhruf 32]
İnsanlar rızkı
kazanmada inanç yönünden çeşit çeşittir... Kâfirler; rızkın yalnız
çalışmaktan geldiğine inanır... Müşrikler; rızkın hem Allah’tan, hem
de çalışmaktan geldiğini sanır. Münafıklar; rızkın Allah’tan geldiğini
bilir ama rızkı verir mi vermez mi endişe
içindedir... Fâsıklar; rızkın Allahü teâlâdan geldiğine inanır ama,
çalışırken Allah’a asi olur... Salih müminler; rızkın Allah’tan
geldiğine ve çalışmanın, sebebe yapışmak olduğuna inanır. Çalışırken, Allahü
teâlâya asi olmaz, haram işlemez...
***
Yavuz Sultan Selim Han
Mısır’ı zaptettiği zaman, cuma namazını Ezher Camii'nde kıldı. Namazı kıldıran
hatib için yüz altın bağışladı. Bunu önceden öğrenen hatib, o gün cuma namazını
kıldırma sırası kendisinde olan diğer hatib arkadaşından izin almıştı...
Sırasını devreden hatib, diğer arkadaşının altınlara kavuştuğunu görünce,
söylenmeye başladı. O sırada orada bulunan büyük âlim ve velilerden olan Abdülvehhâb-ı
Şârânî hazretleri aralarına girip, sırasını veren hatibe;
"Üzülme! Allahü
teâlâ bunu sana kısmet etmemiş" dedi. O da; "Rızkımın
kesilmesine bu arkadaşım sebep olduğu için kızıyorum" dedi.
İmâm-ı Şârânî hazretleri de; "O sebep oldu görünüyorsa da,
aslında sebep o değildir. Arkadaşın ilahi kudretin bir aletidir. Aleti kim
hareket ettiriyorsa, hüküm onundur. Yoksa aletin değildir... Senin böyle
söylemen, sopa ile dövülüp de, sopayı vurana değil sopaya kızan adamın hâline
benziyor. Hani sen her cuma hutbelerinde; “Vallahi veren de Allahü
teâlâdır, alan da. Yükselten de Allahü teâlâdır, alçaltan da...” demez
miydin? Şimdi niçin bunun tersine göre hareket ediyorsun?" deyince, o
hatib;
"Üstadım! Bu sözler karşısında aciz kaldım. Hüccet ve ispatlarınla beni susturdun" diyerek oradan ayrıldı...