İyi bir insan olmak için...

03/02/2020 Pazartesi Köşe yazarı R.A

İyi bir insan, kâmil bir Müslümân olmak için, ilk olarak, doğru bir itikâda sâhip olmak, yanî Ehl-i Sünnet itikâdında olmak lâzım.

 

Umûmî olarak her insan, iyi bir insan olarak anılmak ister.

Her âile, bütün âile fertlerinin iyi insan olmalarını ister.

Her devlet de, kendi vatandaşlarının iyi insanlar olmalarını arzu eder.

Ayrıca herkes mutlu olmak ister. Peki, iyi insan nasıl olunur ve nasıl mesut ve bahtiyâr yani mutlu olunur?

İyi bir insan olmak için evvelâ, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına göre yaşamak lâzım. Yani kâmil [yani olgun] bir Müslümân olmak gerekir. Zâten Müslümân kimse, iyi insan demektir.

Zâten “Müslümânlığın gâyesi” de, “insanları, İslâm-ı hakîkî üzere yaşatıp onların îmân-ı kâmil ile bu dünyâdan göçmelerini sağlamak ve Cennet’te ebedî saadete erişmelerini temîn etmektir.”

Bunlar da, ancak hakîkî rehberlerin yol göstermeleriyle elde edilebilir. Peygamber Efendimizin rehberliğiyle, câhiliye ehlinin nasıl saadet ehli olduğu ortadadır. Hakîkî ulemâ ve evliyânın rehberlikleriyle de, nice sarhoşların, kumar ehli kişilerin, bozuk ahlâklı kimselerin yüksek ahlâklı insanlar oldukları meydândadır.

İyi bir insan, kâmil bir Müslümân olmak için, ilk olarak, doğru bir itikâda sâhip olmak, yanî Ehl-i Sünnet itikâdında olmak lâzım. İkinci olarak, fıkhî bilgilere vâkıf olup onlarla amel etmek gerekir.

Bundan dolayı, en büyük âlim ve velîlerden olan İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârûkî Serhendî (kuddise sirruh) da, dört hak mezhebin fıkıh bilgilerinde mâhir, beş tarîkatte mürşid-i kâmil ve mükemmil olan Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî (kuddise sirruh) da, bu iki husûsun ehemmiyetini vurguluyorlar.

“Âkıl ve bâliğ olan her erkek ve kadının birinci vazîfesi, Ehl-i Sünnet âlimlerinin yazdıkları akâid bilgilerini öğrenmek ve bunlara uygun olarak inanmaktır. Kıyâmette Cehennem azâbından kurtulmak, onların bildirdiklerine inanmaya bağlıdır.” [İmâm-ı Rabbânî, Mektûbât-ı Rabbâniyye]

“Müslümânların birinci vazîfeleri, itikâdı düzeltip, Ehl-i Sünnet vel-cemâat âlimlerinin bildirdiklerine uygun olarak inanmaktır. İkinci olarak, fıkıh bilgilerini öğrenip, her şeyi bu bilgilere göre yapmaktır.” [Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî, İ’tikâdnâme/el-Îmân ve’l-İslâm]

Ehl-i Sünnet; İslâm’ın ana yolu, ana caddesi olup hem Kur’ân-ı kerîmde, hem de hadîs-i şerîflerde ve târih boyunca “sırât-ı müstekîm”, "sevâd-ı a'zam", "cumhûr-ı müslimîn" ve "müminlerin yolu" olarak anılagelmiştir.

"Ehl-i Sünnet", alelâde herhangi bir mezhebin, meşrebin, tarîkatin, ekolün, kliğin, grubun, hizbin, cemâatin adı ve karşılığı değil, İslâm’ın kendisi ve medeniyetimizin ana omurgasıdır.

Zâten "Ehl-i Sünnet vel-cemâat" demek Sünnete ve Eshâb-ı kirâma sarılan insanlar demektir. Peygamber Efendimiz, "Benim sünnetime ve benden sonra da Hulefâ-i Râşidînin sünnetine sarılınız" buyurmuştur. Ayrıca Eshâb-ı kirâmın yolunda olmakla ilgili birçok hadîs-i şerîf vardır.