Bin yıl da yaşasan...
10/04/2025 Perşembe Köşe yazarı S.A
Kısa bir ömür ile, uzun bir ömür arasında fazla bir fark yoktur. İkisinin
de sonu ölümdür. Ebedî bir hayata nisbeten hiç sayılır...
Yatağa girip gecenin sessizliği ile baş başa
kaldığımızda, bütün bir gün boyunca düşünemediğimiz şeyleri düşünebilir ve o
günün muhasebesini yapabilme imkânını bulabiliriz.
Bir sürü konuşmayla geçen günümüzün sonunda, ömrümüzün
bir gün daha azalmış ve kabir kapısına bir adım daha yaklaşmış olduğumuzu
anlarız.
Tek fırsat olarak insanlara verilen ve her saâti en
kıymetli mücevherden daha değerli olan zamanımızı nasıl geçirdik? Kârlı mıyız,
zararlı mıyız? Bunun hesabını her akşam yapmalıyız. Kârlı isek, kârımızı
nasıl biraz daha artırabiliriz, zararda isek, bundan nasıl kurtulabiliriz?
Araştırmalıyız.
Bir yanda medeniyet harikâları ve süratle gelişen
teknik ve ilim dünyası, diğer yanda ise, her gün, her yaşta vefât eden yüz
binlerce insan...
İlim, bu kadar ilerlemesine rağmen insan ömrüne bir
şey ilâve edememekte, bilâkis ahiret yolcularının hızını ve vasıtalarını
çoğaltmakla aczini itiraf etmektedir.
Yakın bir gelecek için projeler yapan, onlar için
endişe duyan, uykularını kaçıran, kilo verip zayıflayan, kısacası istikbâl
endişesi ile kıvranan insanoğlu acaba gerçek istikbâl için
neler düşünüyor ve ne hazırlık yapıyordur?
İnsanın şiddetle muhtaç olduğu sonsuzluk arzusu
karşısında, fâni oyuncakların dünyayı yalancı cennete çevirmesi de boştur.
İnsan, yazdan sonra gelecek olan kışı karşılamaya ve
tedbir almaya kendini mecbur bilip hazırlık yaptığı gibi, yaşamakta olduğu fâni
ve kısacık hayattan hemen sonra gelecek olan ölümü de karşılamaya hazır mıdır?
İnsan, madem fânidir, ömür bin sene de olsa bir gün
bitecektir. Bin yıl ömür sürmüş birine hayattan ne anladığını sorarsak; büyük
bir ihtimalle ve gülümseyerek hiçbir şey anlamadığını söyleyecektir.
Bunca senelerin nasıl geçtiğini anlamadığını da ifade edecektir.
Nuh aleyhisselâm bin yıldan fazla yaşadı. Bir gün
Azrâil aleyhisselâm geldi ve ruhunu almak için izin istedi. (Yalnız
Peygamberlerden izin alınırdı.) Nuh aleyhisselâm da;
"Rabbimizin emirleri ne ise ona razıyız" diye
karşılık verdi.
Melekül-mevt, Nuh aleyhisselâma sordu:
-Ey Peygamberliği en uzun süren insan! Bu dünyayı
nasıl gördün! O da;
"Bir evin iki kapısı olur ya, birisinden girdim,
diğerinden çıkıyorum" diye cevap verdi. İşte dünya
budur.
Öyleyse; kısa bir ömür ile, uzun bir ömür arasında
fazla bir fark yoktur. İkisinin de sonu ölümdür. Ebedî bir hayata nisbeten
hiç sayılır...
Gerçekten uzun bir ömür, ebedî saâdeti kazandıran
ömürdür.
Meselâ, 20 yaşında ölen bir insan, şu kısacık ömründe
Rabbinin rızasını kazanmış, cennete gireceklerle beraber olabilmişse; o kısa
yaşamadı demektir. Ona "hayattan nasibi azmış" denebilir
mi?
Bir adam da 100 yaşında ölmüşse ona da;
"Ne kadar çok yaşadı, bu zamanda bu yaşa kim
gelebilir!" denir. O kimse ise eğer ömrünü boşuna
geçirmişse, çok kısa yaşadı demektir!..
O hâlde bize tahsis edilen ömür,
ister uzun olsun, ister kısa onu değerlendirmeliyiz, boşa harcamamalıyız.
Ebedî hayatı kazanmanın gayreti içinde olmalıyız.
