Orucun toplum açısından önemi...
11/03/2025 Salı Köşe yazarı R.A
Oruç, insanın şefkat ve merhamet duygularını geliştirerek bunun topluma
sevgi ve yardım şeklinde aksetmesini, yansımasını sağlar.
İslâmın beş şartından biri ve kıymetli bir bedenî
ibâdet olan orucun, fert bakımından pek çok faydaları
yanında, toplumun huzûruna sağladığı çok önemli faydaları da
vardır. Oruç, insanın şefkat ve merhamet duygularını geliştirerek bunun topluma
sevgi ve yardım şeklinde aksetmesini, yansımasını sağlar.
İbâdetlerin faydaları sadece fertlerle sınırlı
değildir. Bazı ibâdetler, toplumun düzen ve âhengini önemli ölçüde etkiler. Meselâ oruçta bu
özellik çok bâriz ve belirgin bir şekilde gözlemlenir. Cemâatle kılınan
namazların, sosyal ilişkiler açısından ne kadar önemli etkisi olduğu
da ortadadır.
Ramazân ayının manevî atmosferi içinde, [eğer bir
senesi dolarak vakti gelmişse farz olan zekâtın yanında], her türlü sadaka ve
maddî yardımlaşmanın da zenginleştirdiği bir ihsân ortamında, nice bunalmış
insanların sıkıntı ve problemlerine çözüm ve râhatlık sağlandığı herkesin
bildiği bir gerçektir.
Hayâtında açlık nedir bilmeyen bir insan, yoksulların
çektiği açlık ve sıkıntıyı gerektiği şekilde anlayamaz. “Bir eli yağda,
bir eli balda” olan varlıklı bir kimse, yoksulların çektikleri
ızdırapları, yüreğinde gereği gibi duyamaz.
Fakat oruç tutan kimse, açlığın ne demek olduğunu
bizzât tatmış olduğundan, yokluk içinde kıvranan fakîrlerin, kimsesizlerin
çektikleri sıkıntıları, içinde duyarak kendisindeki şefkat ve acıma duyguları
gelişir. Bunun sonucu olarak da, fakîrlere yardım elini uzatarak sıkıntılarını
giderir, toplumun huzûr ve mutluluğuna katkıda bulunur.
Peygamberimizin, “Yanı başında komşusu aç
olduğu hâlde, kendisi tok yaşayan, kâmil mü'min değildir” meâlindeki,
anlamındaki hadîs-i şerîfi, konunun önemini açık bir şekilde ortaya
koymaktadır.
Bizim için en güzel örnek olan sevgili
Peygamberimiz, insanların en cömerdi idi. Ramazân ayında ise, cömertliği
zirveye çıkar, doruk noktasına ulaşır, elinde ne varsa yoksullara dağıtırdı.
Peygamberimizin mübârek hanımı Hazret-i Âişe annemiz
(radıyallahü anhâ) diyor ki: “Allahü teâlânın Resûlü, üç gün peş peşe
karnını doyurmamıştır; isteseydi doyururdu. Lâkin o, yoksulları doyurup kendisi
aç kalmayı tercîh ederdi.”
Onun ahlâk ve fazîlet dolu yaşayışını örnek alan
Müslümânlar da, aynı davranışları sergilemektedirler.
Hazret-i Ömer'in (radıyallahü anh)
halîfeliği zamanında, dokuz ay süren bir kıtlık olmuştu. Halîfe, "ihtiyaç
sahipleri bize gelsin" diye halka duyuru yapmış; kendisi ise,
Müslümânlar bolluğa kavuşuncaya kadar, ekmekle beraber zeytin yağından
başka katık yemeyeceğine dâir yemîn etmişti ve yemînini de yerine
getirdi.
Mukaddes dinimiz İslâmiyet, bütün Müslümânları tek bir
vücut gibi kabûl etmiş, Müslümânların birbirlerinin dertleri ile
ilgilenmelerini istemiştir.
Peygamber Efendimiz “Müminlerin
birbirlerini sevme ve acıyıp meyletmedeki misâli, cesed misâlidir. Cesedden,
vücuttan bir uzuv (organ) şikâyetlenince, diğer organlar, uykusuzluğa, sıtmaya,
harârete marûz kalmak suretiyle ona iştirâk ederler” buyurmuştur.
