Şefâatin hak olduğuna kimler inanmaz?
29/06/2020 Pazartesi Köşe yazarı R.A
Hiçbir Müslümânın tereddüdü yoktur ki, şefâati kabul eden İslâm âlimlerinin
îmânları, kabul etmeyenlerinkinden daha sağlamdır!..
Asırlar boyu (15 asırdan bu yana), onlarca değil, yüzlerce değil, binlerce,
hattâ milyonlarca İslâm âlimi (müfessir, muhaddis, fakîh, mütekellim,
mutasavvıf), milyonlarca diyebileceğimiz eserlerinde, şefâati kabul
ederlerken, şimdi bir kısım İlâhiyatçıların şefâati
reddetmelerinin mantığını anlamak mümkün değildir.
Şek ve şüphe yoktur ki, İslâmiyet yeni gelmiş bir dîn değildir; Kur’ân-ı
kerîmin âyetleri de yeni inmiş değildirler. Peygamber Efendimiz, Kur’ân-ı
kerîmi, teblîğ ve tatbik ettiği gibi, hiç tereddüde mahal vermeyecek şekilde
hadîsleriyle de tefsîr ve beyân eylemiş; İslâm âlimleri ise, o hadîs-i
şerîfleri genişçe açıklamışlardır.
Şefâatin hak olduğu, Ehl-i sünnet âlimlerinin milyonlarca kitâbında
yazılmış ve bugüne kadar gelmiş-geçmiş milyarlarca Müslümân da buna
inanmışlardır. Nitekim şefâate inanmak, Ehl-i sünnet bir Müslümân olmanın
alâmetlerinden sayılmıştır.
Şefâat konusu, dînimizde çok mühim bir konudur. “Şefâat” mevzû-i
bahis olunca, birkaç maddenin ele alınması lâzım. Bunlar:
1- Şefâat nedir? 2- Şefâat konusu, Kur’ân-ı kerîmde zikredilmiş
midir? 3- Şefâat, hadîs-i şerîflerde mezkûr mudur? 4- Şefâat kimin
hakkıdır, Allah, dilediği kimselere şefâat yetkisi veremez mi? 5- Kimler
şefâat edebilirler (Yani kimlere şefâat izni verilecektir?) 6- Şefâat
erbâbı, kimlere şefâat edebilirler? Kâfirlere şefâat edebilirler mi? 7-
Kaç yerde şefâat vardır?
Bazı kimselerin, gerek bu konuda, gerekse başka dînî konularda, müsteşriklerin
ve bid’at (dalâlet) ehli fırkaların bozuk fikirlerini savunmalarının
sebebini anlamakta hakîkaten zorlanıyoruz.
Yeni bir fikir söyleyip meşhur olmak mı istiyorlar? Kimsenin
anlayamadığını, biz doğru anladık deyip kibirlenmek mi istiyorlar? Burada, şunu
çok net bir şekilde ifâde edelim ki, eğer bazı İlâhiyatçılar,
kendilerini eski âlimlerden daha büyük, daha âlim zannediyorlarsa yanılıyorlar, bunu
ölünce, kendileri de âhırette ayân-beyân göreceklerdir.
Şunda da hiçbir Müslümânın tereddüdü yoktur ki, asırlar boyu şefâati
kabul eden İslâm âlimlerinin îmânları, kabul etmeyenlerinkinden daha
sağlam, ibâdetleri onlarınkinden daha çok, takvâları (Allah’tan
korkmaları ve günâhlardan sakınmaları) bunlarınkinden daha fazla, ilimleri
de kat kat çok, Arabîyi bilmeleri daha kuvvetli idi; çünkü kahir
ekseriyetinin ana dili Arapça idi. Ayrıca onların akılları da
bunlarınkinden daha çoktur.
Bazı kimseler, âyet-i kerîmelere kendi kafalarına göre manalar vererek,
şefâati inkâr ediyorlar. Âyet-i kerîmelere indî, hevâ-yı nefisten
mana vermek, son derece tehlikeli bir iştir.
Malûmdur ki, bir âyet-i kerîmeyi doğru anlayabilmek için, takip edilecek usûlü, yolu, pekçok İslâm âlimi; Usûl-i Tefsîr, Usûl-i Hadîs ve Usûl-i Fıkıhla ilgili eserlerinde açık bir tarzda belirtmişlerdir. [Yarın inşâallah konumuza devam edelim.]