Batılı meşhurların İslam hayranlığı
Batılı meşhurların İslam hayranlığı
Gayrimüslim oldukları halde, Müslümanlığa hayran olan bazı
meşhur kimselerin İslamiyet hakkındaki düşüncelerini kısaca naklediyoruz:
1- Tarihe ünlü bir kumandan, aynı zamanda bir devlet adamı olarak
geçen Fransa imparatoru birinci Napoléon (Napolyon)
(1769–1821) Mısır’a girdiği 1798’de, İslamiyet’in büyüklüğüne, doğruluğuna
hayran kalmış, hatta bir ara Müslüman olmayı bile düşünmüştü. Belki de aforoz
edilirim korkusuyla bundan vazgeçmiştir. Aşağıdaki satırlar Cherfils’in, (Bonaparte
et İslam) ismindeki eserinden aynen alınmıştır:
(Napolyon şöyle diyordu:
Allah’ın varlığını ve birliğini, Musa peygamber kendi milletine, İsa peygamber
Romalılara; fakat Muhammed peygamber bütün dünyaya bildirdi. Arabistan
tamamıyla putperest olmuştu. İsa aleyhisselamdan altı asır sonra Muhammed
peygamber kendisinden önce gelmiş olan İbrahim, İsmail, Musa ve İsa’nın
Allah’ını Araplara tanıttı. Arapların yanına sokulan Aryenler, hakiki İsa
dinini bozarak onlara Allah, Allah’ın oğlu, Ruhulkudüs gibi, kimsenin
anlayamayacağı inançları yaymaya çalışıyor, doğunun barış ve huzurunu tamamen
bozuyorlardı. Muhammed peygamber onlara doğru yolu gösterdi. Araplara yalnız
bir tek Allah olduğunu, Onun ne babası, ne de oğlu bulunmadığını, böyle birkaç
Allah’a tapmanın puta tapmaktan kalan saçma bir âdet olduğunu anlattı.)
Kitabın başka bir yerinde Napolyon’un, (Öyle zannediyorum
ki, yakında bütün dünyanın aklı başında kültürlü insanlarını bir araya
toplayarak bir hükümet kurmak ve bu hükümeti idare etmek imkânını bulacağım.
Ancak Kur’anda yazılı olan esasların doğruluğuna inanıyorum. Bunlar, insanları
bahtiyarlığa götürecektir) sözleri yazılıdır.
2- En büyük ilim adamlarından biri olan İskoçyalı Thomas
Carlyle(1795-1881), 14 yaşında üniversiteye girmiş, hukuk, edebiyat ve
tarih okumuş, Almanca ve Doğu dillerini öğrenmiş, meşhur Alman edibi Goethe ile
mektuplaşmış ve onu ziyaret ederek, ona İslamiyet hakkındaki düşüncelerini
nakletmiştir.
Konferansından:
(Kur’anı okudukça, onun sıradan bir edebi eser olmadığını, hemen
hissedersiniz. Kur’an-ı kerim, kalbden gelen ve diğer bütün kalblere hemen
nüfuz eden bir eserdir. Diğer bütün eserler, bu muazzam eser yanında, çok sönük
kalır. Kur’anın göze çarpan ilk karakteri, onun doğru ve mükemmel ve yol
gösterici, dürüst bir rehber olmasıdır. Bence, Kur’anın en büyük meziyeti
budur. Bu meziyet diğer birçok meziyetlere de yol açmaktadır.)
Seyahat hatırasından:
(Almanya’da, dostum Goethe’ye, İslamiyet hakkında topladığım bilgileri ve bu
husustaki düşüncelerimi anlatmıştım. Goethe beni dikkatle dinledi ve en sonunda
bana, “Eğer İslam bu ise, hepimiz Müslüman olmalıyız” dedi.)
3- Mahatma Gandhi (1869–1948), Batı Hindistan’ın tanınmış Hristiyan
bir ailesindendir. Babası, Porbtandar şehrinin başpapazı idi. Çok zengindi.
Hindistan’ın istiklale kavuşması için babasının ve kendi servetinin hepsini bu
uğurda harcadı. Gandhi’nin gayretleri, ülkesinin bağımsızlığa kavuşmasıyla
sonuçlandı. Hindistan, İngiliz sömürgesi olmaktan kurtuldu. Hindular ona (Mübarek) manasına
gelen Mahatma ismini verdiler.
Gandhi, İslam dinini ve Kur’an-ı kerimi dikkatle incelemiş ve Müslümanlığa
hayran olmuştu. Bu hususta şöyle demektedir:
(Müslümanlar, en azametli ve muzaffer günlerinde bile, mutaassıp olmamıştır.
İslamiyet, dünyayı yaratana ve Onun eserine hayran olmayı emretmektedir. Batı,
korkunç bir karanlık içindeyken, Doğuda parlayan göz kamaştırıcı İslam yıldızı,
azap çeken dünyaya ışık, barış ve rahatlık vermiştir. İslam dini, yalancı bir
din değildir. Hindular bu dini dikkatle inceledikleri zaman, onlar da,
İslamiyet’i benim gibi seveceklerdir. Ben, İslam dininin Peygamberinin ve Onun
yakınında bulunanların, nasıl yaşadıklarını bildiren kitapları okudum. Bunlar,
beni o kadar etkilendirdi ki, kitaplar bittiği zaman, bunlardan daha fazla
olmamasına üzüldüm. Ben şu kanaate vardım ki, İslamiyet’in süratle yayılması,
kılıç sebebiyle olmamıştır. Aksine, her şeyden önce sadeliği, mantıki olması ve
Peygamberinin büyük alçak gönüllülüğü, sözünü daima tutması, yakınlarına ve
Müslüman olan herkese karşı sonsuz sadakati sebebiyle İslam dini birçok
insanlar tarafından seve seve kabul edilmiştir.
Müslümanlık, ruhbanlığı ortadan kaldırmıştır. İslamiyet, başından beri
sosyal adaleti emreden bir dindir. Hristiyanlığın birçok eksikleri olduğu için,
türlü reformlar yapılmak zorunda kalındığı halde, Müslümanlığın ise ilk
günündeki şeklinden, hiçbir şey değiştirilmemiştir.)
4- Fransa’nın dünyaca tanınmış büyük ediplerinden ve devlet
adamlarından biri olan Lamartine, (1790-1869), vazifeyle bütün
Avrupa’yı ve Amerika’yı dolaşmış ve bu arada, Sultan Abdülmecid han zamanında
Türkiye’ye de gelmiştir.
Lamartine, (Histoire de Turquie = Türkiye Tarihi) adlı eserinde diyor ki:
(Hazret-i Muhammed bir yalancı peygamber miydi? Onun eserlerini ve tarihini
inceledikten sonra bunu düşünemeyiz; çünkü yalancı peygamberlik iki
yüzlülüktür. İki yüzlülükte inandırma kuvveti yoktur; nasıl ki, yalanda da
doğruluğun kudreti bulunmaz.
Mekanikte bir cisim atıldığı zaman onun varabileceği yer, fırlatma gücüyle
orantılıdır. Bir manevi ilhamın gücü de onun meydana getirdiği eserle
orantılıdır. Bu kadar çok şey taşıyan, bu kadar uzaklara kadar yayılan ve bu
kadar uzun zaman aynı kudrette devam eden İslamiyet yalan olamaz. Bunun çok
samimi ve çok inandırıcı olması gerekir. Onun hayatı, uğraşmaları, memleketinin
hurafelerine ve putlarına kahramanca saldırıp onları parçalaması, puta tapan
çoğunluğun hiddetlerine karşı koymak ataklığı, kendine saldırdıkları halde, 13
sene Mekke’de buna dayanması, hemşerileri arasında türlü hadiseler çıkartmak ve
kendini adeta kurban yerine koymak gibi hallere tahammül etmesi, Medine’ye
hicreti, durmadan yaptığı teşvikler ve verdiği vaazlar, çok üstün düşman
kuvvetleriyle yaptığı savaşlar, kazanacağına olan güveni, en büyük felaket
zamanında bile duyduğu insanüstü güvence, zaferde bile gösterdiği sabır ve
tevekkül, dini tebliğ etme azmi, sonsuz ibadeti, Allah ile mukaddes konuşmaları,
ölümü, ölümünden sonra da devam eden şan ve şerefi, zaferleri, Onun hiçbir
zaman bir yalancı peygamber olmadığını, tam aksine büyük bir imana sahip
bulunduğunu gösterir.
İşte bu imanı, Rabbine olan itimadı, Ona, ortaya iki yeni itikad, iman
koymasını sağladı: Biri, (Tek ve ebedi varlık olan bir Allah’ın bulunduğu),
ikincisi ise (Putların tanrı olmadığı) idi. Birincisiyle Araplara, o zamana
kadar bilmedikleri, bir olan Allahı tanıtıyor, ikincisi ile de, o zamana kadar
tanrı zan ettikleri putları onların elinden alıyordu. Kısaca, bir kılıç darbesi
ile yalancı ilahları, putları kırıyor, bunun yerine onlara (Tek Allah) inancını
yerleştiriyordu.
Hatip, peygamber, kanun koyucu, cenkçi, insan düşüncelerini etkileyici, yeni
iman esasları koyan ve yirmi büyük dünya imparatorluğu ile bir büyük İslam
devleti kuran kişi: İşte Muhammed peygamber budur! İnsanların büyüklüğü ölçmek
için kullandıkları bütün ölçülerle ölçülsün; acaba Ondan daha büyük bir şahıs
var mıdır? Olamaz!)
5- İslamiyet’ten önce Arabistan bir çöl ve orada oturan insanlar da
yarı vahşi bedevilerdi. Putperesttiler. Birçok puta taparlardı. İlkel bir hayat
sürerlerdi. Kız çocuklarını diri diri gömmek gibi korkunç âdetleri vardı. İşte
böyle aciz, zavallı, vahşi olan bir kavim, onlara rehberlik eden Muhammed
peygamber sayesinde birdenbire değişmiş, tam bir medeniyete kavuşmuş,
olağanüstü bir gayretle 30 sene içinde, doğuda Türkistan ve Hindistan, batıda
İspanya olmak üzere akla hayret veren çok kudretli bir İslam devleti meydana
getirmiştir. İlimde, fende ve medeniyette son derece ilerlemişler, o zamana
kadar bilinmeyen birçok şeyler keşfetmişlerdir. İlim, fen, tıp ve edebiyatta en
yüksek mertebeye varmışlardır. İlimde o kadar ileri gitmişlerdi ki, Papalar
bile Endülüs Üniversitelerinde okuyor, dünyanın her tarafından koşup gelenler,
bu üniversitelerde fen ve tıp tahsil ediyorlardı.
O zamanın Avrupa’sından bahseden John W. Drapper gibi tarafsız
bir tarihçi, (Avrupa’nın manevi inkişafı) ismindeki eserinde
şöyle demektedir:
(O zamanki Avrupalılar, tamamen barbardı. Hristiyanlık onları barbarlıktan
kurtaramamıştı. Hristiyan dininin başaramadığını, İslam dini başardı.
İspanya’ya gelen Araplar, önce onlara yıkanmasını öğrettiler. Sonra, onların
üzerindeki parça parça olmuş, bitlenmiş hayvan postlarını çıkararak, temiz,
güzel elbiseler giydirdiler. Evler, konaklar, saraylar yaptılar. Onları
okuttular. Üniversiteler kurdular. Hristiyan tarihçiler, İslam’a karşı olan
kinlerinden ötürü, bu hakikati gizlemeye çalışmakta, Avrupa’nın medeniyette
Müslümanlara ne kadar borçlu olduğunu bir türlü itiraf edemezler.)
6- Almanya’da Stuttgart şehrinde 1888’de yayınlanmış olan Kürschner ansiklopedisinin (Muhammed
ve İslam dini) hakkındaki yazısından bir bölümü şöyle:
(Hazret-i Muhammed, gayet güzel huylu, güler yüzlü, kibar tavırlı ve çok
dürüst bir zattı. Daima hiddet ve şiddetten kaçmış, hiçbir zaman zulüm
yapmamıştır. Müslümanların daima iyi huylu, güler yüzlü olmasını istemiş,
Cennete iyi huy ve sabırla gidileceğini bildirmiştir. Doğru sözlülüğün,
merhametin, fakirlere yardımın, misafirperverliğin, şefkatin, Müslümanlığın
esas temelleri olduğunu beyan etmişti. Daima kanaat ile yaşamış, debdebe ve
gösterişten kaçınmıştır. Müslümanlar arasında hiçbir sınıf farkı tanımamış, en
fakir bir Müslümanın bile hatırını gözetmiştir. Büyük bir zaruret olmayınca,
zora başvurmamış, bütün meseleleri tatlılıkla, anlaşmayla, nasihat ve izahla
halletmeye uğraşmış ve başarılı olmuştur. 630’da tekrar Mekke’ye dönerek, bu
şehri kolayca fethetmiş ve çok kısa zaman içinde, vahşi Arapları, dünyanın en
medeni insanları haline getirmiştir.)
7- 1893–1898 seneleri arasında İstanbul’da İngiltere elçiliği birinci
kâtibi olan Sir Charles Eliot 1900’da basılan (Turkey
in Europe = Avrupa’da Türkiye) adlı eserinin (Müslümanlık dini)
kısmında şöyle demektedir:
(İsa peygamberin mülkü, bu dünya değildi. Eğer Hristiyanlık, belli bir
hükümet veya teşekküle bağlı olsaydı, bu din arada kaynar giderdi.
Müslümanlıkta ise, bunun tamamen aksi olduğu görülür. Muhammed peygamber,
yalnız bir din adamı değil, aynı zamanda, çok büyük bir liderdi. Kendisini
ziyarete gelenler, Ona karşı, Papa’ya ve Sezar’a duyulan saygıların birleşimi
halinde bir saygı duyarlardı. Muhammed peygamber, daima dikkatli bir devlet
adamı olmuş, yaptığı fevkalade işlere ve bütün mucizelerine rağmen, kendisinin
tevazu sahibi bir insan olduğunu söylemiştir. Hayatında hiç bir hatası yoktur.)
Sir Eliot devam ederek diyor ki:
(Müslümanlığın en güzel bir tarafı da, vatandaşları ve yabancıları
birbirinden ayırmayışıdır. İslamiyet’in insana verdiği önem çok büyüktür.
Mesela, İslamiyet’e inananların en güzel örneklerinden olan Türk askeri, son
derecede emir dinler. Diğer milletlerde böyle bir asker hemen hemen yoktur.
Türk askerinin disiplini, amirlerine itaat etmesi, cesareti, onun Müslüman
oluşundan ileri gelmektedir. Bu güzel huyları ona Müslümanlık öğretmektedir.
Müslümanlık aynı zamanda, (Zekât vermek) sayesinde, insanlar arasında (servet
birliği)ni de kurmakta, birçok felaketlere sebep olan zengin fakir farkını
kaldırmaya gayret etmektedir. Bu haşmetli din, herkesin anlayacağı kadar
basittir. Muhammed peygamberin hayatı üzerinde insaflı ve etraflı tetkik yapmış
olanlar, Ona karşı büyük bir muhabbet ve hürmet duyarlar.)
8- Fransa’nın Touraine şehrinde doğmuş olan İtalyan asıllı Fransız
devlet adamı Henri A. Ubicini, senelerce Türkiye’de kalmış olup,
1851 de Paris’te yayınlanan (La Turquie Actuelle = Bugünkü
Türkiye) eserinde, İslam dini hakkında şöyle demektedir:
(İslam dini, insanlara şefkat ve idrak emreder. Avrupa’nın (dinsiz) diye
sinesinden attığı bahtsız insanlar, padişahın misafiri oldular ve Müslüman Türk
dünyasında, vatanlarında mahrum oldukları, hürriyet ve emniyet içinde
yaşadılar. Bütün din mensupları, burada aynı adaleti ve şefkati gördüler.
Türklere ve Müslümanlara barbar diyen Avrupalı, onlardan misafirperverlik ve
insanlık dersi aldı. 16. asırda yaşamış olan bir yazar, “Ne gariptir, ben İslam
ülkelerini gezdim. Barbar dediğimiz Müslümanların şehirlerinde ne kaba kuvvet,
ne de cinayet gördüm. Herkesin hakkına saygı gösteriyorlar. Gariplere yardımcı
oluyorlar. Büyük küçük, Hristiyan, Yahudi veya Müslüman, hatta dinsiz olsun,
aynı adaleti ve merhameti buluyor” demektedir. Ben de ona katılıyorum.)
9- Dünyanın en büyük şirketlerinden HP'nin yönetim kurulu
başkanı Bayan Carly Fiorina, ana konuşmacı olarak davet edildiği,
(Teknoloji, piyasalar ve hayat tarzımız: Gelecekte neler olacak?) konulu
konferansta yaptığı konuşmasının sonunda özetle şöyle dedi:
(Bir zamanlar tarihte öyle bir medeniyet vardı ki, o dönemin en büyük
medeniyetiydi. Bu medeniyet birçok kıtalara yayılmış, sınırları okyanustan
okyanusa, kuzey iklimlerinden tropik iklimlere ve çöllere kadar uzanmıştı. O
medeniyetin tebaası olarak, farklı ırklardan, farklı dillerden, farklı
kültürlerden yüz milyonlarca insan yaşamıştı. Bu medeniyette konuşulan
dillerden bir dil, dünyada çok konuşulan bir dil haline gelmiş ve farklı
kıtalardan insanlar arasında köprü olmuştu. Bu medeniyetin ordusundaki farklı milletlerden
olan askerler, tebaasına ve dünyaya, dünyanın belki de hiçbir zaman görmediği
bir barış sundu. Bu medeniyetin tacirleri, Latin Amerika'dan Çin’e ve arada
kalan bütün ülkelere ulaşmışlardı.
Yeni buluşlar bu medeniyetin temel taşlarından biri olmuştu. Bu medeniyetin
mimarları, yerçekimi hesaplarına dayanan binalar yapmışlar, matematik
bilginleri, bilgisayarın temel algoritması olan algebrayı (cebiri) bulmuşlar ve
kodlamayı keşfetmişlerdi. Doktorları, hastalıklara yeni ilaçlar bulmuşlar, uzay
bilginleri gökyüzündeki yıldızları incelemişler ve onları isimlendirerek,
bugünkü uzay çalışmalarının temellerini atmışlardı. Edipleri, hikâyeler
yazmışlar ve şairleri kendilerinden öncekilerin yazmadığı şekilde sevgi üstüne
şiirler yazmışlardı.
Öteki medeniyetler yeni fikirlerden korkarken ve sansür uygularken, bu
medeniyet devamlı yeni fikirlere açık olmuş ve bilgiyi, kültürü devamlı canlı
tutmuştu. Sözünü ettiğim medeniyet, 800’den 1600 yılına kadar uzanan ve Osmanlı
İmparatorluğu'nu da içine alan, Kanuni Sultan Süleyman’lar gibi hükümdarlar
yetiştiren İslam medeniyetidir. Bu medeniyetin bize sunduğu miras, bugünkü Batı
medeniyetinin temelini oluşturmaktadır. Bugünkü teknoloji İslam
matematikçilerinin sayesinde vardır. Sufî yazar Mevlana gibi yazarlardan çok şeyler
aldık. Kanuni Sultan Süleyman gibi hükümdarlardan tolerans göstermeyi ve
liderliği öğrendik. Bu medeniyetten dersler çıkarmalıyız.)
Netice:
Görülüyor ki, artık birçok batılı filozof, ilim ve siyaset adamları da,
İslam dininin mükemmeliyetini kabul etmektedir. Peygamber efendimiz hakkında
methiyeler söylemekte, Kur’an-ı kerimden, büyük bir hürmet, büyük bir takdir,
büyük bir hayranlıkla bahsetmektedirler; fakat bunlar, Kur’an-ı kerimi, Allah
kitabı olarak değil, Muhammed aleyhisselamın yazdığı büyük ve kıymetli bir eser
olarak kabul etmektedirler. Eğer böyle olmasaydı, bütün bu hayranların Müslüman
olmaları gerekirdi.
Halbuki Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Kulumuza [Muhammed aleyhisselama] indirdiğimizden [Allah’tan
geldiğinden] bir şüpheniz varsa, iddianızda doğru iseniz, Allah’tan
gayri şahitlerinizi [bilginlerinizi] de yardıma çağırıp, haydi
onun benzeri bir sure meydana getirin! Bunu yapamazsınız, asla yapamayacaksınız
da.) [Bekara 23, 24]
(Kur’an, eşi benzeri olmayan bir kitaptır. Ona önünden, ardından[hiçbir
yönden, hiçbir şekilde] bâtıl gelemez [hiçbir ilave ve çıkarma
yapılamaz. Çünkü] O, kâinatın hamd ettiği hüküm ve hikmet sahibi Allah
tarafından indirilmiştir.) [Fussilet 41-42]
(Bütün dinlerden üstün kılmak üzere, peygamberini, hidayet ve hak din İslam
ile gönderen Odur. Şahid olarak Allah yeter.) [Feth 28]