Hocalık ve talebelik, takvâ ile olur...
06/04/2025 Pazar Köşe yazarı V.T
"Muska yazmayı, hastaları, büyülenmiş olanları okumayı sanat hâline
getirmek din işleri değildir!"
Şemsüddîn Hüsrevşâhî hazretleri kelâm âlimlerinin
meşhûrlarındandır. 580 (m. 1184) senesinde İran’da Tebrîz’e bağlı Hüsrevşâh
köyünde doğdu. Büyük âlim Fahrüddîn-i Râzî’nin talebesidir. İlimlerinin çoğunu
ondan öğrendi. İmâm-ı Fahrüddîn-i Râzî’nin vefâtından sonra Şam’a geldi. Orada
ders okuttu. 652 (m. 1254) senesinde Şam’da vefât etti. Derslerinde buyurdu
ki:
Hocalık ve talebelik, takvâ ile olur. Şirkten ve
haramlardan sakınmakla olur. Kalbde hâllerin hâsıl olması ve bazı şeylerin
keşfolunması, görülmesi ve fen bilgilerinin dışında, akılları şaşırtacak
işlerin yapılması, kâfirlerde de hâsıl olur. Riyâzetler çekmek, belli şeyleri
ibâdet olarak yapmak, muska yazmayı, hastaları, büyülenmiş olanları okumayı,
üflemeyi, sanat hâline getirmek din işleri değildir. Câhilleri, ahmakları
toplamak ve dünyâlık ele geçirmek için yapılmaktadır.
İslâmiyette bunların kıymeti ve ehemmiyeti yoktur.
İslâmiyette kıymeti olan ve ehemmiyeti olan ve insanı Allahü teâlâya
yaklaştıran şey, ancak, O’nun Peygamberine (sallallahü aleyhi ve sellem) uymak,
o yüce Peygamberin izinde bulunmaktır. Eshâb-ı kirâmın ve Ehl-i beyt-i izamın
(radıyallahü anhüm) yolu budur. Kur’ân-ı kerîm bu yolu göstermek için
gönderilmiştir.
Resûlullah efendimiz, bütün
peygamberlerin efendisi olup, kemâlât-ı ilâhiyyeyi, yanî Allahü teâlânın ihsân
ettiği kemâlâtın cümlesini kendinde toplamıştır. Âlimlerin ve velîlerin gıpta
ettiği ilimler ve feyizler, O hazretin kemâlâtından bir nûr zerresidir.
Peygamber efendimiz, kendinde toplanan bu kemâlâtı, Eshâb-ı kirâmın
(radıyallahü anhüm) gönüllerine akıtarak, onları, Allahü teâlâya olan yakınlık
mertebelerinin en üstününe ulaştırdı. Böylece Eshâb, ihsân, iyilik, yakîn,
muhabbet ve ma’rifet derecelerinde en büyük mertebeye yükseldiler. Dünyâdan yüz
çevirmeyi, âhırete dönmeyi ve Peygamber efendimizin bütün sünnetlerine uymayı
âdet edindiler. Müminin mirâcı olan ve sünnet üzere (Peygamber efendimize tam
uyarak) kıldıkları namazdan, Kur’ân-ı kerîm okumaktan, zikirlerden nasîbdâr
oldular. Vatanlarını, mal ve mülklerini terk ederek, kâfirlerle muharebe edip,
Allah yolunda şehîd olmayı arzu ettiler. Sekîne ve itminanda öyle idiler ki,
Resûlullahın huzûrunda iken, onları taş sanarak başlarına kuş konardı. Resûlullah
efendimizin sohbeti ile öyle yüksek derecelere kavuşurlardı ki, O’nun
şereflendiği rüyet, sanki bunlara da nasip olurdu. Bu sebeple Eshâb,
sohbetten sonra; “Cenâb-ı Hakkın şühûdunda idik” derlerdi.
