Allah'a hakkıyla âşık olanlar...

07/04/2021 Çarşamba Köşe yazarı V.T

“Allahü teâlâya muhabbetin alâmeti, O’nun Resûlü Muhammed aleyhisselâma tâbi olmaktır.”

 

Muhammed bin Sa’d en-Nişâbûrî hazretleri evliyânın büyüklerindendir. Büyük âlim Ebû Osman Hayrînin talebesi idi. Nişâbûr’da yaşadı. 320 (m. 932)’den önce vefât etti. Sohbetlerinde buyurdu ki:

“Affetmekte kerem şöyledir ki, affettiği kimsenin ayıbını affettikten sonra, bir daha hatırlamamalıdır.”

“Hayatın en güzel ânları, Allahü teâlâyı hatırlayarak ve O’nun rızâsına uygun amel edilerek geçirilen ânlardır.”

“Allahü teâlâya hakkıyla âşık olanların ciğerleri, O’nun rızâsından mahrûm kalmak korkusuyla yanıp erir.”

“Allahü teâlâya muhabbetin alâmeti, O’nun Resûlü Muhammed aleyhisselâma tâbi olmaktır.”

“Alçak kimsenin kalbi dar olduğundan, bir başkasını affetmeye muvaffak olamaz.”

“Kalbin yaşaması, kendisinde ölüm (ve yokluk) olmayan Allahü teâlâyı devamlı hatırlamasıdır. Güzel yaşamak ise, Allahü teâlâdan başka her şeyi unutup, Allahü teâlâ ile beraber olmaktır.”

“Kul, Allahü teâlâya ancak O’nun yardımıyla kavuşur. Bütün işler ve Resûlüne tâbi olabilmek de, O’nun yardımıyladır. Kim, Resûlullaha (sallallahü aleyhi ve sellem) tâbi olmadan Allahü teâlâya kavuşmak isterse, muhakkak ki sapıtır, dalâlete düşer. Hâlbuki o, kendisini doğru yolda zanneder.”

“Tasavvuf yoluna girip de bu yoldan dönen kimse, nefsine düşkün olup, onun rahatlığını istemesinden dolayı, bu yoldan dönmüş (Allahü teâlânın rızâsından) uzaklaşmıştır. Çünkü bu yol, Allahü teâlâya deli gibi âşık olup ve sıkıntılardan sonra gönül rahatlığına ermeyen, yani sıkıntı çekmeye alışmayan kimse için (nefsin arzularından tamamen vazgeçmeyen kimse için) çok zordur. Bir kimse bu hâle geldikten sonra, sıkıntı çekmesi ve korkulu hâllerde bulunması ona hafif gelir. Nefs, bu hâle boyun eğip sıkıntı çekmeye alıştığı zaman, Allahü teâlânın rızâsını isterken karşılaştığı bütün zorluklar, ona kolay gelir ve Allahü teâlâ da kendisine kavuşturan yolu ona kolaylaştırır.”

“Allahü teâlânın, bir kuluna (îmândan sonra) verdiği nimetlerin en büyüğü takvâdır. Müttekî olan kimse takvâ ile, bütün hayır ve iyilikleri, Allahü teâlâya yaklaşma ve yaklaştırma sebeplerini, yani ibâdetleri ve insanlara doğru yolu göstermeyi kendisinde birleştirir. Takvânın aslı ihlâstır. Hakîkati ise, kendisinden ittika ettiğin (korktuğun) Allahü teâlâdan başka her şeyden yüz çevirmektir.”

“Sıdk, dinde doğru yolda (Ehl-i sünnet yolunda) olmak ve amellerde de Peygamberimizin sünnetine tâbi olmaktır.”