“Siz, ümmetlerin en iyisi oldunuz"

18/10/2018 Perşembe Köşe yazarı V.T

“Sizi seçkin ve şerefli bir ümmet kıldık ki bütün insanlar üzerine adâlet örneği ve hak şâhidleri olasınız.”

 
Kemâleddîn ibn-i Zemlikânî hazretleri Şafiî mezhebi fıkıh âlimlerinden ve evliyânın büyüklerindendir. 667 (m. 1269)’da Şam’da doğdu. 727 (m. 1327)’de vefât etti. Dürret-ül-mudiyye adlı eserinde buyuruyor ki:
Âlimler bildirmişlerdir ki; müftînin (fetvâ veren zâtın) şartı, kendilerine mütekaddimîn denilen önce gelen hakîkî İslâm âlimlerinin sözlerine uymayan fetvâ vermemesidir. Şayet müftî bu kaideye uygun olmayan bir fetvâ verirse kabul olunmaz, reddolunur. Bu hâl, Kitâb, Sünnet ve ümmetin İcmâ’ına muhalefet etmenin câiz olmadığına delâlet etmektir. Nisa sûresi 115. âyet-i kerîmesinde meâlen buyuruldu ki: 
“Hidâyet yolunu öğrendikten sonra Peygambere uymayıp, müminlerin yolundan ayrılanı, saptığı yola sürükleriz ve çok fenâ olan Cehenneme sokarız.” Müminlerin yoluna karşı çıkıp onların yolundan başkasına uyanlar bu âyet-i kerîmede şiddetli bir şekilde tehdîd edilmiştir.
Ümmetin icmâ’ına karşı gelen, müminlerin yolundan başkasına uymuş olur. Öyleyse, böyle bir kimsenin sözüne nasıl itibâr olunur? Bekâra sûresi 143. âyet-i kerîmesinde meâlen buyuruldu ki:
“(Ey Müslümanlar!) Sizi seçkin ve şerefli bir ümmet kıldık ki bütün insanlar üzerine adâlet örneği ve hak şâhidleri olasınız.” Âyet-i kerîmede geçen 'veset', seçilmişler, 'şühedâ' ise insanlara karşı adâletli olanlardır. O hâlde böyle olan kimseler, hata ve bozuk iş üzerinde asla birleşmezler.
Yine, Âl-i İmrân sûresinin 110. âyet-i kerîmesinde meâlen; “Siz ümmetlerin en iyisi oldunuz, insanların iyiliği için yaratıldınız, iyilik yapılmasını emreder, kötülükten nehyedersiniz” buyuruldu. Bu âyet-i kerîme delâlet ediyor ki; onların hepsi, her iyiliği emrederler, her kötülüğü de menederler.
İnsanlar iki kısımdır: 1- Kitap ve sünnetten hüküm çıkarabilen müctehid âlim. 2- Müctehidi taklid eden mukallid. Müctehidin vazîfesi, yeni bir hâdise ortaya çıktığı zaman, o hâdiseye dâir hükm-i şer’îyi delîllerden çıkarmaktır. Mukallidin vazîfesi ise âlimlerin sözlerine uymaktır. Mukallid olan bir kimse, bir âyet-i kerîme veya hadîs-i şerîf duyduğu zaman, âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfe uymak sûretiyle, müctehidin bildirdiği hükmü terk edemez. Çünkü mukallid bir kimse bilir ki, müctehid bu âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfi bilmektedir. Bunlarla amel etmeyip, değişik bir hüküm vermeleri, daha kuvvetli başka delîller bulup onlara uydukları içindir.