Allah dostları, dünyâya hiç kıymet vermezler...
17/04/2025 Perşembe Köşe yazarı V.T
"Allahü teâlâ, dünyâyı elinizle terk etmeyi
değil, kalbinizle terk etmeyi ister ve beğenir.”
Dimetokalı Hızır Efendi Osmanlılar
zamanında yetişen Hanefî mezhebi fıkıh âlimlerindendir. Rumeli’de Dimetoka’da
doğdu. İlim öğrenmek için İstanbul’a gitti. Sonra Horasan beldelerinden Hirat’a
vardı. Orada, Sa’düddîn-i Teftâzânî’nin torunu olan büyük âlim Havâşî’den,
Seyyid Şerîf Cürcânî’nin Şerh-ül-Adûdiyye kitabını ve başka kitapları okudu.
İlim tahsilini tamamlayıp, zamanının önde gelen büyük âlimlerinden olan
Abdülvâsi’, bundan sonra memleketine döndü.
Bu sırada Osmanlı Sultânı Yavuz
Sultan Selim Hân pâdişâh idi. Bu zâta çok ikram ve ihsânda bulundu. Ona,
Edirne’de Ali Bey Medresesi’nde vazîfe verildi. Daha sonra sırasıyla; İstanbul
ve Bursa kadılığı, Anadolu ve Rumeli kadıaskerliği vazîfelerinde bulundu.
Emekli olduktan sonra hacca gitti. Hacdan sonra memleketine dönmeyip, Harem-i şerîfte
mücavir olarak kaldı. 944 (m. 1537) senesinde Mekke’de vefât etti.
Derslerinde buyurdu ki:
“Öyle zaman olur ki, Allahü teâlâ
bir kulunu ibâdetleri ile meşgûl eyler. O ibâdetler, o kulun azıtmasına
sebep olur. Yani kibir ve ucba kapılmasına yol açar. Yine öyle zaman
olur ki, o kulunu bir işe, bir günâha düşürür. O günâhı sebebiyle kul o kadar
üzülür ki, bu üzülmesi o kimsenin hidâyetine sebep olur. Hâline bakıp
gafletten uyanır. Tövbe ve istiğfar eder. Bu her iki durumda da atılgan
olmamalıdır. Allahü teâlâ, cesâret ve atılganlıkla günâh işleyip de “O bizi
affeder” diyen kullarını sevmez. Günâhları küçük görmekten daha zararlı bir şey
olmaz. Günâhların küçük olduğuna değil de, kimin koyduğu yasakları çiğnemekte
olduğunu düşünüp, hayâ etmelidir.”
“Hak teâlânın
sevdiklerinin yolunda olmak ile dünyaya kıymet vermek, dünyâya düşkün olmak,
bir arada bulunmaz. Bu yolda bulunan bir kimsenin kalbinde, dünyânın zerre
kadar kıymeti bulunursa, yağdan kıl çıkması gibi, kolayca bu yoldan çıkar.
Allahü teâlânın dostları, dünyâya hiç kıymet vermezler, onun için gam yemezler.
Bütün dünyâyı bir lokma hâline getirip, bir velînin ağzına koysan, isrâf olmaz.
İsrâf ona denir ki, bir şey Allahü teâlânın rızâsına aykırı olarak sarf edilir.
Allahü teâlâ, dünyâyı elinizle terk etmeyi değil, kalbinizle terk etmeyi ister
ve beğenir.”
