"Ramazanın bereketi hayırları başkadır..."
20/02/2025 Perşembe Köşe yazarı V.T
Kur’ân-ı kerîm, Allahü teâlânın zâtının ve şü’ûnlarının bütün kemâllerini
kendinde toplamıştır.
Erzincanlı Sadık Efendi Osmanlı evliyasındandır.
Nakşibendî şeyhlerinden mücahit bir zattır. Anadolu ve Rumeli eyaletlerinde
birçok seyahat ettiği ve seferlere katıldığı "Risale-i Mergûbe"sinde
yazılıdır. 1209 (m. 1794)’de şeyhi bulunduğu Üsküdar’da Alaca Minare
zaviyesinde vefat ederek oraya defnedildi.
Sadık Efendi, bir sohbetinde buyurdu ki:
Mubârek ramazân ayının Kur’ân-ı kerîm ile tam
bağlılığı vardır. Bu bağlılıktan dolayı, Kur’ân-ı kerîm bu ayda inmeye başladı.
Bekara sûresinin yüzseksenbeşinci âyetinde, (Kur’ân-ı kerîm ramazân
ayında indirildi) buyuruldu. Kur’ân-ı kerîm, Allahü teâlânın zâtının
ve şü’ûnlarının bütün kemâllerini kendinde toplamıştır, asıl dâiresinin
içindedir. Ona hiçbir zıl yaklaşmamıştır. (Kâbiliyyet-i Ûlâ) onun
zıllidir.
Ramazân-ı şerîf ayının Kur’ân-ı kerîm ile bağlılığı
olduğu için, bu ayda bütün hayırları ve bereketleri kendinde toplamıştır. Bütün
bir yıl içinde herhangi bir yoldan herhangi bir kimseye gelen bütün hayırlar ve
bereketler, bu çok kıymetli ayın bereketleri denizinden bir damla gibidir. Bir
kimse bu ayda kendini toparlarsa, bütün yılı iyi olarak geçer. Bu ayı kötülükle
geçirirse, bütün senesi kötü geçer.
Ramazân-ı mubârek ayı bir kimseden râzı olursa, o
kimseye müjdeler olsun. Bir kimseye gücenirse, bereketlerinden ve hayırlarından
pay almazsa, o kimseye yazıklar olsun! Bu ayda, Kur’ân-ı kerîmi hatmetmek,
aslın bütün kemâllerine ve zıllin bütün bereketlerine kavuşmak için olabilir.
Ramazân-ı şerîfde Kur’ân-ı kerîmi hatmeden kimsenin
bereketlerine kavuşması hayırlarından pay alması umulur. Bu ayın günlerinin
bereketi başka, gecelerinin hayırları başkadır. İftârda acele etmenin ve sahûru
geciktirmenin, böylece gecesi ile gündüzünün tam ayrılmasının sünnet olması, bu
incelikten ileri gelebilir...
Yukarıda söylediğimiz "Kâbiliyyet-i
Ûlâ"ya "Hakîkat-i Muhammediyye" de denir “alâ
masdarihessalâtü vesselâmü vettehıyye”... Bu, bütün sıfatları bulunan "Kâbiliyyet-i
zât) demek değildir. Büyüklerden birkaçı böyle demiş ise de, öyle
değildir. Zât-i ilâhînin ilm i’tibârının kâbiliyyetidir ki, Kur’ân-ı kerîmin
hakîkati olan, zâtın ve şü’ûnlarının kemâllerinin hepsine bağlıdır. Sıfatlara
bağlı olan ve zât ile sıfatlar arasında bir geçit olan (Kâbiliyyet-i
ittisâf), ondan başka bütün Peygamberlerin hakîkatlarıdır “alâ nebiyyinâ ve
aleyhimüssalevâtü vetteslîmât vettehıyyât”.
