Peygamberlik makamının yüceliği...
17/12/2018 Pazartesi Köşe yazarı R.A
Sevgili Peygamberimizi doğru olarak tanımak, sevmek, O’na iman ve itaat etmek, tâbi ve teslim olmak bütün saadetlerin, hayırların, iyiliklerin başıdır.
Cenâb-ı Hak, ilk insan ve ilk Peygamber Hazret-i Âdem'den itibaren, muhtelif zamanlarda, muhtelif mekânlarda yaşamış muhtelif kavimlere, bazısı Ülül-azim olan, bazısı Resûl olan, bazıları da Nebî olan pek çok Peygamber göndermiştir. Bunların en sonuncusu, Sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmdır.
Peygamberlerin sayısı bizlere tam olarak bildirilmemiştir. 124.000’den çok oldukları meşhurdur. Bunlardan 313 (veya 315) adedi “Resûl”dür. Bunların içinde de “Ülü’l-azm” denilen altısı daha yüksektir. Ülü’l-azm peygamberler, Âdem, Nûh, İbrâhîm, Mûsâ, Îsâ ve Muhammed Mustafâ (aleyhimüsselâm) hazretleridir.
Bütün Peygamberlerin [Nebîlerin ve Resûllerin] sonuncusu, Muhammed aleyhisselâmdır. Muhammed aleyhisselâm, Peygamberlerin, meleklerin, insanların, cinnîlerin ve bütün mahlukatın en üstünüdür. O’nun dini, bütün dinleri neshetmiş, yürürlükten kaldırmıştır. O’nun kitabı, geçmiş kitapların en iyisidir. O’nun getirdiği din, yegane geçerli din olup kıyamete kadar bâkidir; kimse tarafından değiştirilemeyecektir.
Sevgili Peygamberimizi doğru olarak tanımak, sevmek, O’na iman ve itaat etmek, tâbi ve teslim olmak bütün saadetlerin, hayırların, iyiliklerin başıdır.
Bazı kimseler, devamlı olarak, Peygamber Efendimizin "beşeriyet" (Kehf, 110; Fussılet, 6) vasfını vurgulamakta, onun alelâde bir insan olduğunu zannetmekte, "vahiy" alan seçilmiş bir zat olduğunu sanki unutmaktadırlar.
"De ki: Ben, ancak sizin gibi bir insanım; yalnız bana, İlâhınız bir tek ilâhtır diye vahyolunuyor..." (Kehf, 110)
"(Ey Resûlüm!) De ki: Ben, ancak sizin gibi bir insanım; yalnız bana, şöyle vahyediliyor: Sizin İlâhınız ancak bir tek İlâhtır..." (Fussılet, 6)
Hıristiyanlar, Allah'ın Peygamberi Hazret-i İsâ'ya (aleyhisselâm), hâşâ "O ilâhtır, Allah'ın oğludur" gibi, ona layık olmayan vasıflar/sıfatlar isnat ve izafe ettikleri için, Allahü teâlâ da, Peygamberlerin beşer/insan olduklarını defaatle beyân buyurmuştur. Bu, onları, bazı kişilerin mahallede beraberce çelik-çomak oynadıkları birer arkadaşlarıymış gibi telakkî etmeleri manasına gelmez.
Bir şâir diyor ki: "Her vasfı ki, imtiyâzı hâiz,/Târih onu vasfederken âciz."
Peygamber Efendimizin şâirlerinden Hassân bin Sâbit'in (radıyallahü anh) sözü de, ne kadar mânidârdır: "Ben, Muhammed Mustafâ'dan (aleyhisselâm) bahsederken, onu medhediyor değilim; bilakis ondan bahsetmek suretiyle, kendi sözlerimi kıymetlendirmiş oluyorum."
Gönüller Sultanı Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin (kuddise sirruh) kelâmı da çok manalıdır: "Ben, âlemler genişliğinde bir ağız isterim, tâ ki, meleklerin bile gıpta ettiği o zâttan söz edebileyim."
Burada Arapça bir şiiri de zikretmeden geçemeyeceğiz. Manası şöyledir:
"O, beşerden bir beşerdir, fakat taşlar arasındaki yâkut taşı gibidir."
Bu şiirin diğer bir varyantı (rivâyeti) ise şu şekildedir:
"Muhammed aleyhisselâm bir beşerdir, fakat gelişigüzel bir insan değildir. Aslında o bir yâkut, diğer insanlar ise taş gibidirler.”