"Ben, Allaha ve Resûlüne îmân ettim"
28/07/2019 Pazar Köşe yazarı V.T
"Hoş geldin yâ Ebâ Ümâme! Duyduk ki, sen de Muhammed’in dînine
girmişsin?"
Ebû Bişr Dülâbi hazretleri hadis âlimlerindendir. 224'te (m. 839) İran'da
Rey yakınlarındaki Dûlâb köyünde doğdu. Zamanın büyük âlimlerden hadis okudu.
Sonra Mısır'a gitti ve orada talebe yetiştirdi. 310 (m. 923)’de Hac dönüşünde
Mekke ile Medine arasındaki Arc mevkiinde vefat etti. Buyurdu ki:
Ebû Ümâme (radıyallahü anh) anlatır: “Resûlullah efendimiz (sallallahü
aleyhi ve sellem) İslama davet için beni kendi kavmime gönderdi. Beni görünce;
'Hoş geldin yâ Ebâ Ümâme! Duyduk ki, sen de Muhammed’in dînine girmişsin?' dediler.
Ben onlara; 'Ben Allaha ve Resûlüne îmân ettim. Resûl-i ekrem beni, size
İslâmiyeti anlatmak için gönderdi' dedim.
Sonra onlar, orada bir çanak yemek getirip, yemeğe başladılar. Bana da;
'Buyur ye' dediler. Ben de; 'Yazıklar olsun size! Ben size bu yediğinizi
haram kılanın yanından geldim. Ancak bu, size, Allahü teâlânın emrettiği
şekilde kesildiği zaman helâldir' dedim. 'Onun söylediği nedir?' diye
sorduklarında, onlara; 'Size şunlar haram kılındı: (Eti yenen hayvanlardan
boğazlanmaksızın ölen) ölü hayvan, akmış kan, domuz eti, Allahtan başkası
adına boğazlanan hayvan, bir de henüz ölmemiş iken yetişip kesmediğiniz
boğulmuş, vurulmuş, yuvarlanmış, başka bir hayvan tarafından boynuzlanmış,
canavar tarafından parçalanmış hayvanlar, dikili taşlar
üzerinde (câhiliyet devrinde taşlar için) kesilenler, fal okları ile
kısmet aramanız. İşte bunlar yoldan çıkıştır. Bugün kâfirler, dîninizi
söndürebilmekten ümitlerini kestiler. Artık onlardan korkmayın. Yalnız benden
korkun. Bugün sizin için dîninizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki nimetimi
tamamladım ve size din olarak İslâmı ihtiyâr ettim. Her kim son derece açlık
hâlinde çaresiz kalırsa, günâha meyil kastı olmaksızın, canını kurtaracak kadar
haram etlerden yiyebilir. Çünkü Allah çok bağışlayıcıdır, çok
merhametlidir' meâlindeki, Mâide sûresi üçüncü âyet-i kerîmesini okudum ve
onlara İslâm dînini anlatmaya başladım. Onlar kabul etmediler. Ben de onlara;
'Yazıklar olsun size! Bari bana içecek az bir su verin. Çok
susadım' dedim. Onlar bana su vermeyerek; 'Seni susuzluktan ölüme terk
edeceğiz' dediler. Başımda bulunan sarığı katlayıp, yastık yaptım. Başımın
altına koyup, kızgın kumlar üzerinde yatıp uyudum. Uykumda birisi bana, cam
kâse içinde, insanların tatmadığı bir şerbet getirdi. Onu bana verdi. O şerbeti
içtim, içer içmez de uyandım. O andan sonra ne susadım, ne de susuzluk diye bir
şey hissettim...”