Dünya ve âhirette mesut olmak...

09/07/2024 Salı Köşe yazarı R.A

Dünyâdaki bütün insanlar mesut olmak isterler. Fakat mesut olan pek azdır, çünkü saâdetin ne olduğunu bilen azdır.

Allahü teâlâya ibâdet için yaratılan insanlar, O'nun râzı olduğu işleri yaparlarsa, “İbâdet” etmiş olurlar. Bilindiği gibi ibâdetler üç kısımdır: 1- Beden ile yapılanlar (Namaz ve Oruç gibi), 2- Mal ile yapılanlar (Zekât, Sadaka-i Fıtır ve Kurbân gibi), 3- Hem beden, hem de mal ile yapılan (Hac ve Umre gibi) ibâdetlerdir. Allahü teâlânın rızâsı da, yapılmasını kesin olarak emrettiği farzları yerine getirmekte ve yasak ettiği harâmlardan kaçınmaktadır.

 

İnsanlar, en büyük ve en son Peygamber olan Sevgili Peygamberimiz Hazret-i Muhammed (aleyhisselâm) tarafından teblîğ edilmiş olan îmân, ibâdet ve ahlâk esâsları ile, ma’nen ve mâddeten yükselmeye, üstünlük ve şeref sâhibi olmaya, dünyâ ve âhiret saâdetlerine kavuşmaya da’vet edilmişlerdir.

 

Böylece insanlar, âlemlerin ve bütün mahlûkların yaratıcısı olan ve bütün ni’metleri, iyilikleri gönderen Allahü teâlâya ibâdet etmeye, ancak O’na boyun bükmeye, O’na duâ etmeye, O’ndan yardım istemeye, O’na sığınmaya çağırılmışlardır. Nitekim Allah’a kulluk hakkında, Kur’ân-ı kerîmde meâlen, “Yalnız Sana ibâdet (kulluk) ederiz ve yalnız Sen’den yardım isteriz” (Fâtiha sûresi, 4) buyurulmaktadır.

 

İslâmiyet, kalb ile inanılacak “Îmân” bilgileri ve beden ile yapılacak “Ahkâm-ı İslâmiyye” bilgileridir. Doğru îmân ve ahkâm bilgileri, “Ehl-i Sünnet” âlimlerinin kitaplarından öğrenilir. Günümüze kadar hiç eksiksiz olarak gelmiş olan Müslümânların dört mezhebinden herhangi birisinin âlimleri “Ehl-i sünnet âlimleri”dir. Bu Ehl-i sünnet âlimlerinin reîsi, İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe Nu’man bin Sâbit’tir (rahmetullahi aleyh).

 

     ***

 

Dünyâdaki bütün insanlar mes’ût olmak isterler. Fakat mes’ût olan pek azdır, çünkü saâdetin ne olduğunu bilen azdır. Saâdet denilince yalnız dünyâdaki râhatlık hâtıra gelmemelidir. Asıl saâdet, ebedî olan âhiret saâdetidir. Âhiret saâdetine kavuşabilmek için de, Allahü teâlânın ve son Peygamberinin emirlerine uymak yegâne çâredir; bundan başka çâre yoktur.

 

Allahü teâlâ, bizleri yoktan var etmiş, eşref-i mahlûkât (yaratılmışların en şereflisi) kılmış, yeryüzünde bulunan her şeyi bizim hizmetimize vermiştir.

 

O, bunların karşılığında, insanların kendisini tanımalarını, îmân etmelerini, verdiği nimetlere şükretmelerini, ibâdet etmelerini, kendi aralarında kardeşçe yaşamalarını, birbirlerine yardımcı olmalarını istemiştir.

 

Cenâb-ı Hak, bütün Peygamberleri vâsıtasıyla, onlara saâdet yollarını göstermiş, iyi ve güzel, kötü ve çirkin her şeyi öğretmiştir. Bu “Peygamber”leriyle, insanların dünyâda ve âhirette râhat etmeleri, huzûr içerisinde, iyi bir şekilde yaşamaları için, emirlerini ve yasaklarını, yanî neleri yapmaları ve nelerden sakınmaları lâzım olduğunu açıklamıştır.

 

Bu Peygamberlerin hepsinin hedefi, insanların dünyâda huzûr ve sükûn içerisinde yaşamaları, âhirette de ebedî saâdete kavuşmalarıdır.

 

Peygamberlerin vârisleri olan İslâm âlimleri ve Evliyâ-yı kirâm da, hep gıdâ gibi, bütün insanlara lâzım olan iyi fertler, âileler ve cemiyetler teşkîl etmek için uğraşmışlardır.