Şeb-i arûs, düğün gecesi
18/12/2020 Cuma Köşe yazarı O.Ü
Tasavvuf ehline ölüm,
bir felaket değil, sevinç vesilesidir...
Sual: Mevlana hazretleri, ölüme, “Şeb-i arûs” yani “Düğün gecesi” adını
vermektedir. Ölmek, sevinilecek bir şey midir ki böyle denmiştir?
Cevap: Ehl-i sünnet âlimleri, İslam bilgilerinin kaynağının, insan aklı,
insanın düşüncesi olmadığını, âyet-i kerime ve hadis-i şerifler olduğunu
bildirmişlerdir. Tasavvuf, sırf Allah sevgisi ve aşkı esası üzerine
kurulmuştur. Buna da ancak, Muhammed aleyhisselama uymakla kavuşulabilir.
Kur’ân-ı kerimde bildirildiği gibi, Allahü teâlâ, insanın kalbine tecelli
eder. Fakat, bu tecelli yalnız Allahü teâlânın sıfatlarının tecellisidir, akıl
ile alakası yoktur. Tesavvuf ehli, Allahın tecellisini kalbinde duyar. Onun
için tasavvuf ehline ölüm, bir felaket değil, Allaha dönmek olduğundan ancak
bir sevinç vesilesidir. Bunun için Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretleri, ölüme,
“Şeb-i arûs” yani “Düğün gecesi” adını vermiştir. Tasavvufta, keder ve
ümitsizlik değil, sevgi ve tecelliler vardır. Mevlânâ hazretleri; “Bâzâ,
Bâzâ, Her ançe hestî Bâzâ” yani “Gel, gel, her kim olursan ol gel,
Allaha ikilik koşanlardan, Mecusilerden, puta tapanlardan da olsan gel! Bizim
dergâhımız ümitsizlik dergâhı değildir. Tövbeni yüz defa bozmuş olsan bile,
gel!” diyor. Bu sözler, 13. asırda yaşamış, Baba Efdal Kâşî'ye de nisbet
edilmektedir.
Kalbi hastalıktan kurtarmak için, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri gibi iman etmek, ibadetleri yapmak ve haramlardan sakınmak lazımdır. İslamiyetten, tasavvuftan haberi olmayanlar, dini, dünya kazançlarına alet ediyorlar. Bunlar, tasavvufa, müzik sokmuş, müzik aletlerinin nağmelerine göre vücut hareketleri yaparak, Mevlevî ayinleri gibi ayinler oluşturmuşlardır. Başlarında mezar taşına benzeyen beyaz uzun külahları ile dönen semazenler, sağ ellerini göğe kaldırırlar ve sol ellerini gökten aldıklarını dünya yüzüne göndermeyi belirtmek için, aşağı indirirler. Yapılan bu ayinler, İslamiyetin bir emri zannedilmektedir. Bunları yapanlar, maalesef İslam dini ile hiçbir alakası olmayan, âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerde bulunmayan böyle ayinleri, tarikat olarak, İslamiyet olarak tanıtıyorlar. Peygamber Efendimiz ve Eshab-ı kiramdan hiçbiri, böyle ayinler yapmadı. Onların zamanlarında tasavvuf vardı, fakat böyle tarikatçılık yoktu.