Türklerin İslâm dînine hizmeti...
15/06/2021 Salı Köşe yazarı R.A
400 çadırlık bir aşîretten, beylik, hânlık, devlet, cihân imparatorluğu,
hattâ hilâfet merkezi meydâna getirilmiştir.
“Peygamberler târihi” içerisinde son Peygamber olan Hazret-i Muhammed'in
(aleyhis-selâm), bir çeyrek asırdan kısa bir zamanda, 150 bin güzîde sahâbî,
mübârek insan, "hayırlı ümmet" meydâna getirmesi,
onların da 30-40-50 sene gibi çok kısa zaman zarfında gâyet mahdût
imkânlarla, Endülüs'ten [İspanya’dan] Çin'e kadar olan geniş coğrafî
bölgeleri fethedip oralara ilim-irfân, ahlâk-fazîlet, adâlet-hakkâniyet,
medeniyet-insan hakları, nûr ve hidâyet götürmeleri, dünyâda bir eşi-benzeri
görülmemiş bir hâdisedir; bu dönemde yapılan fetihler ve elde edilen
zaferler, ciddiyetle incelenmesi gereken bir konudur.
Peygamber Efendimiz dönemi ile, O’nun vazîfelerini tam olarak
yaptıklarından dolayı, kendilerine “Hulefâ-i Râşidîn=Râşid Halîfeler” denilen “Dört
Halîfe Devri” (632-661 / H. 11-40), bütün târih boyunca, İslâmî fazîletlerin yaşandığı
“Altın Çağ” olarak kabûl edilir. Eshâb-ı kirâmın
100’den fazla muhârebeye girmeleri ve hep gâlip gelmeleri, târihte eşi-benzeri
görülmemiş bir hâdisedir.
Onlardan sonra, kronolojik olarak “Emevîler” ve “Abbâsîler” dönemi
gelmektedir.
Emevîler; Çin, Orta Asya, Hazar ülkesi, Hindistân, bütün Orta Doğu ülkeleri,
Kuzey Afrika’dan -İspanya dâhil- Avrupa içlerine kadar geniş bir
coğrafyada, aralıklarla sekiz yüzyıl hüküm sürdüler.
Emevîler, İslâm dînini İspanya’dan Avrupa’ya soktular. Fas, Kurtuba ve
Gırnata Üniversitelerini kurup Batı'ya ilim ve fen ışıklarını yaydılar.
Emevîler’den sonra İslâm Devleti Başkanlığını (Hilâfeti), Peygamberimizin
amcası Hazret-i Abbâs’ın soyundan olan Ebü’l-Abbâs Abdullah es-Seffâh ele
geçirdi. 750 / H. 132’de Abbâsîler Devri başladı. Devletin başşehri
Şâm’dan Bağdâd’a nakledildi.
Abbâsîler devrinde; İslâm dîni, doğuda Büyük Okyânûs’tan,
batıda Atlas Okyânûsu kıyılarına, kuzeyde Rusyâ içlerinden, güneyde Hind
Okyânûsu kıyılarına kadar yayılıp, üç kıtada İslâm devletleri hâkim oldular.
Türklerin Müslümân olmalarından sonra da, Karahânlılar, Gazneliler,
Tîmûroğulları, Bâbürlüler, Selçûklular ve Osmânlılar gibi dillere destân
devletler meydâna gelmiştir.
Burada Batılı bir ilim adamının, Fransız tarihçi Grengur’un sözünü
nakletmemizde fayda görüyorum: O, “Bu yeni İmparatorluğun (Osmânlı
Devleti'nin) teessüsü, beşer târihinin en büyük ve en hayrete değer
vak’alarından biridir” demiştir.
Ma'lûm olduğu üzere, Söğüt ve Domaniç yaylalarına 400 çadır hâlinde
yerleşen bir aşîretten, beylik, hânlık, devlet, cihân imparatorluğu, hattâ
hilâfet merkezi meydâna getirilmiştir.
Osmânlı devleti; büyüdü, büyüdü takrîben yirmi üç milyon kilometrekarelik bir coğrafyayı vatan yaptı, medeniyetlerin en güzel ve en üstününü kurdu ve bu kemâl noktasından yavaş yavaş zevâl çizgisine doğru yürüyüp takrîben bir asır evvel târih sahnesinden çekildi. Burada şunu belirtelim ki, devletler de insanlar gibi doğar, büyür, en olgun seviyelerine ulaşır ve nihâyet târih sahnesinden çekilirler...