Hakîkî mürşidlere olan ihtiyaç
15/11/2022 Salı Köşe yazarı R.A
Dünkü makâlemizde de bir nebze üzerinde durduğumuz gibi,
“Mürşid”, lüğatte “İrşâd eden, doğru yolu gösteren, gafletten uyandıran, olgun,
üstün bir kimse” mânâlarına gelir. “Resûlullah Efendimizin izinde giderek
kemâle gelen ve bundan sonra insanları irşâd eden İslâm âlimi; insanlara doğru
yolu gösteren rehber, kılavuz; Allahü teâlâyı seven ve insanları O’nun
sevgisine kavuşturan sâlih, iyi bir kul” demektir.
“Allahü teâlânın tâm, olgun ve insanlara her bakımdan faydalı
olan, tasavvufta yetişmiş ve yetiştirebilen evliyâ kulları”na “Mürşid-i kâmil”
denir.
Evliyânın çeşitli dereceleri vardır. En yüksek derecede olanlara
“Sıddîk” veya “Sâdık” denir. “Mürşid-i kâmil” demek, sâdık olan, yüksek
derecede velî demektir.
“Mürşid-i kâmil”, kendinden önceki bir mürşid-i kâmilden feyiz
alarak, onun gibi feyiz verebilecek bir kuvvete kavuşan “İslâm âlimi” demektir.
Mürşidlerin birbirlerinden feyiz almaları, bir zincirin halkaları gibi
eklenerek Resûlullah Efendimizden zamanımıza kadar gelmiştir. Yâni bir mürşid-i
kâmil, Peygamber Efendimizden başlayarak mürşidleri vâsıtasıyle kendi kalbine
kadar akmakta olan feyizleri, ilimleri, hâlleri, bereketleri başkalarının
kalplerine akıtmaktadır. Mürşid-i kâmil, Ehl-i sünnet îtikâdını, fıkıh ve
tasavvuf ilmini iyi bilen ve bunlara tam uyan, Allahü teâlâyı mümkün olduğu
kadar tanıyan hâlis Müslümândır. Her işinde ve her sözünde, Peygamber
Efendimize tam uyar. Mürşidin alâmetlerinden birincisi, Ehl-i sünnet îtikâdında
olması ve İslâmiyetin emir ve yasaklarına tâm uymasıdır. Sözleri, hareketleri
İslâmiyete uygun olmayan ve harâmlardan, günâhlardan sakınmayan bir kimse,
havada uçsa ve başka acâyip hâller gösterse bile mürşid olamaz.
Mürşid-i kâmilin ikinci alâmetiyse, hadîs-i şerîfte
bildirilmiştir ki, onunla konuşmak ve onu görmek, Allahü teâlâyı hâtırlamaya
sebep olur; Allah’tan başka her şey kalbe soğuk gelir.
Mürşidlerin bâzısı talebelerini (sevenlerini) tasavvuf yolunun
yüksek derecelerine kavuştururlar. Bunlara “Mürşid-i kâmil ve mükemmil” denir.
Hem kendisi olgundur, hem de başkalarını olgunlaştırır. Bunlar kalp
meselelerinde, tâm ehliyet sâhibi olup talebelerini buna göre yetiştirirler.
Şimdi böyle bir mürşid yok gibidir. Ferîdüddîn-i Genc-i Şeker
(rahmetullahi aleyh), bu konuda şöyle güzel bir tavsiyede bulunmaktadır: “Bir
kimsenin kendisini irşâd edecek (doğru yolu gösterecek) bir mürşidi yoksa,
büyük zâtların (Ehl-i sünnet âlimlerinin) kitaplarını okusun ve onlara
uysun.”
Büyük âlim ve velîlerden Muhyiddîn ibn-i Arabî (rahmetullahi
aleyh), “Mürşidi olmayanın mürşidi şeytândır” demiştir.
Mazhâr-ı Cân-ı Cânân da (rahmetullahi aleyh), “bütün
kazançlarına, mürşidlerini çok sevmekle kavuştuğunu” belirtmiş, “saâdetlerin
anahtarının, Allahü teâlânın sevdiklerini sevmek olduğunu” ifâde etmiştir.
Evliyânın en büyüklerinden olan İmâm-ı Rabbânî (rahmetullahi aleyh) ise, “Talebe, mürşidini ne kadar çok severse, onun kalbinden feyiz alması da, o kadar çok olur. Mürşid bir vesîledir, vâsıtadır. Maksad, Allahü teâlâdır” buyurmuştur.