Müslümanların bazı vakıfları
18/08/2020 Salı Köşe yazarı R.A
Câbir bin Abdillah: "Ben, Mekkeli ve Medîneli Müslümânlardan mal
ve mülk sâhibi olup da, vakıf yapmamış bir kimse bilmiyorum."
Hazret-i Âişe annemizin (radıyallahü anhâ) naklettiğine göre, Resûlullah Efendimiz
(aleyhisselâm), Medîne-i münevveredeki yedi parça mülkünü, Allah rızâsı
için vakfetmiştir.
Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) de, çok sevdiği bir arâzîsini
vakfedişini şöyle anlatmıştır: "Allah'ın Resûlüne; Hayber
topraklarının taksîmi sonucu, ömrümde sâhip olmadığım güzel ve değerli bir
arâzî bana isâbet etti, bu konuda ne buyurursunuz? dedim.”
Peygamber Efendimiz (aleyhisselâm) da “İstersen mâlın mülkiyetini
elinde tut, semeresini, gelirini ise yoksullara tasadduk et" buyurdu.
Bunun üzerine Hazret-i Ömer (radıyallahü anh),
arâzîsini; satılmamak, bağışlanmamak ve mîrâsla da başkasına geçmemek
üzere; yoksullara, yakın hısımlara, miskînlere, yolda kalmışlara, Allah
yolunda savaşanlara ve âzâdlık anlaşması yapan kölelere vakfetti.
Bu konuda düzenlediği vakıfnâmesini, kızı Hazret-i Hafsa annemize
(radıyallahü anhâ), sonra da nesline teslîm ve vasiyet etti.
Vakfiyyesinde, “Mütevellî”nin de, örfe göre bundan yiyebileceğini
şart koştu. (Buhârî, Vesâyâ, 22, 28, Eymân, 33; Müslim, Vasiyye, 15, 16).
Allâme seyyid İbn-i Âbidîn’in naklettiğine göre, Abdullah
İbn-i Ömer (radıyallahü anhümâ) buyurdu ki:
-Babam Ömer (radıyallahü anh), Hayber topraklarındaki mülkü olan bahçesini,
tasadduk etmek yâni sadaka olarak vermek istiyordu. Peygamber Efendimize, ne
yapması gerektiğini sormuştu. Peygamber Efendimiz de “Mülkünü,
vakıf yoluyla sadaka et ki; satılmasın, hibe edilmesin, mîrâsçılara kalmasın;
ancak gelirleri veya mahsûlü hayır işlerine harcansın" buyurdu.
Babam da öyle yaptı. O bahçenin mahsûlü, Allah yolunda harb
edenlere, köle âzâd etmeye, misâfirlere ve yolculara, yolda kalmışlara, bahçeyi
işleyenlere ve idâre edicilerine harcandı...
Hicrî 2. senede vefât eden Nadıroğuları'ndan Muhayrîk (radıyallahü
anh), şöyle bir vasiyette bulunmuştu:
"Ben ölünce, tüm mâllarım Allah Resûlüne âit olsun, O dilediği yere
sarf etsin." Hattâ İslâm'da ilk vakfın bu olduğu kabûl edilir.
(Müslim, Fedâilü's-Sahâbe, 196; Ahmed b. Hanbel, Müsned I, 45).
Eshâb-ı kirâmın (radıyallahü anhüm) pek çoğu da, mallarını, Allah rızâsı
için vakfetmişlerdir:
Meselâ susuzluk çekildiği bir sırada, Hazret-i Osmân'ın (radıyallahü
anh), Medîneli bir Yahûdî'den “Rûme kuyusu”nu otuz bin akçeye satın
alıp, suyunu ebedî olarak topluma bağışlaması, Hazret-i Ali'nin
(radıyallahü anh), Yenbû'daki bir arâzîsini ve çeşmesini vakfetmesi (Beyhakî,
Sünen, IV,160,161; Kubeysî, I, 101) ve Hâlid bin Velîd'in
(radıyallahü anh), zırhını ve savaş atlarını vakfetmesi (Buhârî, Cihâd 89,
Zekât, 49; Müslim, Zekât, 11; Ebû Dâvûd, Zekât, 22) bunlar arasında
sayılabilir. (Müslim, Şirb, 1; Tirmizî, Menâkıb, 18).
Câbir bin Abdillah'tan da (radıyallahü anh) şöyle dediği nakledilmişir:
"Ben, Mekkeli ve Medîneli Müslümânlardan mal ve mülk sâhibi olup da, vakıf yapmamış bir kimse bilmiyorum." (İbn Kudâme, el-Muğnî, IV, 4)