Mucize ve kerâmet harikulade hâllerdir
26/10/2019 Cumartesi Köşe yazarı V.T
Eşyanın, kerâmet ile değişikliğe uğraması, aklın caiz kıldığı bir şey olup,
bu asla reddedilemez...
Kirmastılı Yûsuf Efendi Osmanlı müderris ve kadılarından olup Hanefî
mezhebi fıkıh âlimidir. Bursa’ya bağlı Kirmastî (Mustafakemalpaşa) kasabasında
doğdu. İstanbul’da 900 (m. 1494)’de vefât etti. Bir dersinde buyurdu ki:
Mucize ve kerâmet, ikisi de harikulade hâllerdir. Ancak mucizede, Peygamber
olan zâtın, Peygamberliğini iddia etmesi vardır. Aklın caiz ve mümkün kıldığı
şeyler, normal âdetteki bilgilerle kıyâs edilerek reddedilemez. Eşyanın,
kerâmet ile değişikliğe uğraması, aklın caiz kıldığı bir şey olup, bu asla
reddedilemez. Kerâmetin çeşitleri vardır. Bunlardan bazıları:
Ebû Ubeyd Busrî bineği ile beraber gazâya gitmişti. Gazâda bineği öldü. O
da, Allahü teâlâdan onu diriltmesini istedi. Duâsı kabul olup, bineği dirildi.
Gazâ bitip memleketi olan Busr’a gelince, hizmetçisine, semeri bineğin
sırtından indirmesini söyledi. Hizmetçisi semeri alınca, binek, ölü olarak yere
düştü.
Müferric Demâmî Sa’îd denilen beldenin evliyâsındandır. Onun yanına
kızartılmış kuşlar getirilmişti. Bu sırada Müferric Demâmî onlara; “Uçunuz”
diye seslenince, onlar Allahü teâlânın izni ile canlı olarak uçtular.
Tasavvuf büyüklerinden Ehdel’in bir kedisi vardı. Hizmetçisi kediyi dövüp
öldürdü. Sonra onu bir harabeye attı. İki veya üç gün sonra, Ehdel hazretleri
kedinin ne olduğunu sordu. Hizmetçi; “Bilmiyorum” dedi. Bunun üzerine Ehdel
hazretleri kediye seslenince, kedi yürüyerek geldi. Abdülkâdir-i Geylânî,
yediği tavuk kemiklerinin üzerine elini koyup; “Çürümüş kemikleri dirilten
Allahü teâlânın izni ile kalk” dedi. Tavuk, her tarafı büsbütün, sağlam olarak
kalktı. Bu, meşhur bir hikâyedir...
Yine tasavvuf büyüklerinden Ebû Yûsuf Dûhmânî’nin bir arkadaşı vefât
etmişti. Bu duruma çoluk-çocuğu çok üzülmüşlerdi. Onların bu derece ağlayıp
sızlanmalarını gören Ebû Yûsuf Dûhmânî, vefât etmiş olan arkadaşına; “Allahü
teâlânın izni ile kalk” dedi vefât etmiş olan arkadaşı, kalktı ve bundan sonra
uzun müddet, yaşadı.
Birisi alay etmek için, evliyânın büyüklerinden Îsâ Hıtâr el-Yemenî’ye iki
kab dolusu şarap gönderdi, Îsâ Hıtâr, bu iki kabın birini, diğerine boşalttı.
Besmele çektikten sonra, oradakilere yiyiniz dedi. Şarap, yağa dönüşmüştü.
Şarabın ne rengi, ne de kokusu kalmamıştı.
Evliyâdan birisi, Tarsus Câmii’nde idi. Harem-i şerîfi ziyâret etmek istemişti. Başını cübbesinin içine soktu. Sonra çıkardığında kendisini Harem-i şerîfte buldu. Bu husûstaki haberler çok meşhûrdur...