Kur'an, bize Resûlullahın okuduğu gibi ulaşmıştır...
11/12/2020 Cuma Köşe yazarı V.T
Kur'an-ı kerim bugüne kadar semadan indiği gibi, değişmemiş olarak
kalmıştır.
Abdülcelîl bin Mûsâ el-Kasrî hazretleri kelâm, hadîs ve tefsir âlîmidir.
Endülüs’te (İspanya) Kurtuba’da (Cordoba) doğdu. sonra Fas'ta Sebde
yakınlarındaki Kasr-ı Abdülkerîm'e göç etti. Orada evliyanın meşhurlarından
Ebü'l-Hasan ibn-i Gâlib'in sohbetlerinde kemale geldi. 608 (m. 1211)’de vefat
etti. Bir sohbetinde buyurdu ki:
Kur'an-ı kerimin, hadis-i şeriflerden ve başka ilâhî kitaplardan bir
ayrılığı ve üstünlüğü de şudur ki, bu kitab-ı mecîd (yâni Kur'ân-ı kerim)
bugüne kadar semadan indiği gibi, değişmemiş olarak kalmıştır. Harfleri ve
noktaları bile değişmemiştir demek yetişmiyor. Çünkü Kur'ân-ı kerimdeki
kelimelerin çeşitli okunuşundan başka, bu kelimelerin uzun, kısa, açık, kapalı,
kalın, ince gibi okunmaları da, Resûlullahın bildirdiği ve okuduğu gibi
kalmıştır.
(İlm-i kırâet) denilen ve pekçok kitabı olan büyük bir ilme ve İslâm
âlimlerinin bu yoldaki çalışmalarına ve hizmetlerine bakıp da şaşmamak elde
değildir. Kur'ândan olup da çıkarılmış veyahut Kur'ândan olmayıp da sonradan
katılmış tek bir kelime yoktur. Çünkü, İslâm âlimleri, Kur'ân-ı kerime
dokunulmaması, ufak bir şüphenin bile ona yaklaşamaması için, çok sağlam bir
esas koymuşlardır. Yâni, Kur'ân-ı kerimin her asırda söz birliği ile
gelmesi şarttır. Eshâb-ı kirâmdan bugüne kadar, her asırda, yalan üzerinde
söz birliği yapacakları düşünülemeyen yüz binlerce hâfızlar vâsıtası ile
bizlere gelmiştir. Sanki bir an durmayan coşkun bir nehir gibi ebediyete doğru
akıp gitmektedir...
Bugün İslâm düşmanlarının yeryüzünü kapladığı bir zamanda bile,
elhamdülillah, dünyanın her tarafında, Allah kitabının her kelimesi, her noktası
birbirine benzemektedir.
Bu kitab-ı mübînin (yâni Kur'ân-ı kerimin) ne kadar çok sağlam olduğu şundan da anlaşılır ki, Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden bazıları bildirdiği hâlde, tevâtür, yâni söz birliği hâlini almayan okuma şekilleri, ne kadar kuvvetli olsa bile, Kur'ândan olmak için kâfî görülmemiştir. Meselâ, yemin kefaretini bildiren (üç gün oruç) âyet-i kerimesini, Abdüllah ibni Mes'ûd, (üç gün arka arkaya oruç) olarak bildirmiş ve bunu fıkıh âlimleri vesika bilerek, kefaret orucunun üç gün (mütetâbi'ât) olarak, yâni art arda tutulması lâzım olmuştur. Fakat Abdüllah ibni Mes'ûd hazretleri, Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden, çok güvenilir ve çok sağlam bir zat olmakla berâber, sözünde yalnız kaldığı için (Mütetâbi'ât) kelimesi Kur'ân-ı kerime girememiştir. İhtiyât olunarak bu kelimenin manası alınmış ve yine ihtiyât olunarak Kur'ân-ı kerime sokulmamıştır. Bunlara (Kırâet-i şâzze) denir.