İnsanların yaratılış gayesi nedir?
25/03/2024 Pazartesi Köşe yazarı R.A
Kur’ân-ı kerîmde buyuruldu ki: "Hanginizin daha güzel amelde
bulunacağını imtihân edip ortaya çıkarmak için ölümü de, hayâtı da yaratan
O'dur…"
Aslında bütün insanların yaratılmalarındaki maksat, Allahü teâlâyı bilip tanımaları, O’na îmân ve ibâdet etmeleridir. Nitekim Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîminde Zâriyât sûresinin 56. âyet-i kerîmesinde meâlen “Cinnîleri ve insanları, ancak (beni bilmeleri, tanımaları) bana ibâdet etmeleri için yarattım” buyurmuştur. Kur'ân-ı kerîmde, Mülk sûre-i celîlesinin 2. âyet-i kerîmesinde ise "Hanginizin daha güzel amelde bulunacağını imtihân edip ortaya çıkarmak için ölümü de, hayâtı da yaratan O'dur…" buyurulmuştur.
Binâenaleyh bu dünyâ bir imtihân yeridir. Bu imtihânda
muvaffak olmak için, İslâmiyetin emrettiği ibâdetleri yapmak lâzım ve şarttır.
İbâdetleri yapmayanlara, âhirette çok acı azaplar yapılacağı, Kur’ân-ı kerîmin
pekçok yerinde tekrâr tekrâr bildirilmektedir. Bunun böylece bildirilmesi,
aslında Cenâb-ı Hakk’ın bir ihsânı, O’nun şefkat ve merhametini ifâde eden bir
durumdur.
Demek ki, yaşamaktan maksat iyi işler yapmaktır. Bir
kimsenin iyi veya kötü olduğu da, yaptığı işlerden anlaşılır. Bir kimse kötülüklerden
kaçıyor, iyi işler yapıyorsa, o kişinin Cennete gitme ihtimâli çoktur.
En son hak dîn olan İslâmiyette emredilen îmân, ibâdet
ve ahlâk esasları ile insanlar, mânen ve maddeten yükselmeye, üstünlük ve şeref
sâhibi olmaya, dünyâ ve âhiret saâdetlerine kavuşmaya dâvet edilmişlerdir.
En büyük ve en son Peygamber olan Hazret-i Muhammed
(aleyhisselâm) tarafından teblîğ edilmiş olan îmân, ibâdet ve ahlâk
esasları seâdet-i dâreyni temîn eder.
Böylece insanlar, âlemlerin ve bütün mahlûkların
yaratıcısı olan ve bütün nîmetleri, iyilikleri gönderen Allahü teâlâya ibâdet
etmeye, ancak O’na boyun bükmeye, O’na duâ etmeye, O’ndan yardım istemeye, O’na
sığınmaya çağırılmışlardır. Nitekim Allah’a kulluk hakkında, Kur’ân-ı kerîmde
meâlen, “Yalnız Sana ibâdet (kulluk) ederiz ve yalnız Sen’den yardım
isteriz” (Fâtiha sûresi, 4) buyurulmaktadır.
İnsanların, zaman zaman içine düştükleri birtakım
vahîm yanlışlık ve bayağı işler, her devir ve her yerde, Allahü teâlânın
gönderdiği Peygamberler (aleyhimüsselâm) ve hak dinler vâsıtasıyla düzeltilmiş,
îmân ve ibâdette hak olan mâbuda (Allah’a) yönelmeleri emredilmiştir.
Sözlük manâsı itibâriyle “kulluk etmek,
tapmak, tapınmak” demek olan “ibâdet”, bir ıstılâh yani
İslâmî bir terim olarak, “bütün varlıkları yaratan Allahü teâlâya karşı
saygı göstermek, O’nun emir ve yasaklarına uymak” manâsına gelir.
“İbâdet”, Allahü teâlânın
râzı olduğu işleri yapmaktır. Allahü teâlânın rızâsı da, yapılmasını kesin
olarak emrettiği farzları yerine getirmekte ve yasak ettiği harâmlardan
kaçınmaktadır. İbâdet görevini yerine getirebilmek de şüphesiz ki, Allahü
teâlânın nelerden râzı olduğunu bilmeye bağlıdır.
Bir Müslüman, Allahü teâlânın harâm,
yasak ettiği şeylerden, O yasakladığı için kaçınca ve emrettiği şeyleri, O
emrettiği için yapınca ibâdet yapmış, kulluk vazîfesini yerine getirmiş olur.
İslâm dînindeki ibâdetlerin neler olduğu ve nasıl yapılacağı hakkında “Fıkıh” ve “İlmihâl” kitaplarında
geniş bilgi vardır.