Rabbimizin huzuruna davet olunmuşuz!..
12/03/2020 Perşembe Köşe yazarı S.A
"Namaz kılmayı cennete girmeye tercih ederim. Çünkü, namaz kılmamı
Rabbim istiyor. Cennete girmeyi ise nefsim istiyor. Rabbimin istediğini
nefsimin istediğine tercih ederim."
İnsanda iki çeşit hastalık vardır. Birisi bedenimizde meydana
gelen "maddi" hastalıklardır. Diğeri ise "manevi" kalp
hastalıklarıdır...
Her iki hastalık da tedaviye muhtaçtır. Tedavi olunmaz ise müzminleşir,
büyük sıkıntılara sebep olur. Mikropları tespit edilip yok edilmedikçe tedavisi
zorlaşır...
Bedenî hastalığımızı çabuk fark ederiz ve hemen vakit geçirmeden tedavi
olmaya çalışırız. Halsizlik, iştahsızlık bunun en açık belirtileridir.
Hastalık hâlinde çok sevdiğimiz yemekler, tadına doyamadığımız
meyveler bize acı gelmeye başlar! Yemek bile istemeyiz... Sıhhatimize
kavuştuğumuzda da yine aynı lezzeti almaya başlarız...
Aynen bunun gibi; ibadetlerimizden lezzet alamıyorsak, biz manen
hastayız, demektir. İbadetlerde o kadar büyük lezzet vardır ki, tarif
edilemez! Bunu ancak tadanlar bilir. Hiç bal yememiş birine balı nasıl tarif
edersiniz?
Manevi hastalığımızın tedavisi, bedenî hastalığın tedavisinden çok daha
önemlidir. Birisi, üç günlük dünya hayatımızla; diğeri ise ebedi hayatımızla
ilgilidir. Hayâl gibi, rüya gibi bir hayatla, sonsuz, ebedi bir hayat
nasıl mukayese edilebilir!..
Manen hasta olmayıp, ibadetlerinden lezzet alanlardan biri, Ebu Süleyman
Dârâni rahmetullahi aleyhtir. Bu zat buyuruyor ki: "Namazlardaki,
hele gece namazlarındaki lezzet olmasaydı, kendimi dünyadan zevk almış
saymayacaktım."
Namazlardan nasıl lezzet alınmaz? Yerde ve gökte ne varsa hepsini ve
bütün kâinatı yoktan var eden ve dilediği anda da yok etmeye muktedir olan
Rabbimizin huzurunda duruyoruz. O'nunla konuşuyoruz. O'na hitap ediyoruz...
Bütün namazlarda okunması vacip olan Fatiha suresinde diyoruz ki,
meâlen: "Yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden medet umarız."
Makâmı, mevkii yüksek birisiyle görüşmek oldukça zordur. Randevular,
iltimaslar gerekir. Böyle bir görüşme vâki olunca iftihâr vesilesi yapılır.
"Falanca ile görüştüm!.." diyerek pay çıkarılır. Fakat o
görüşmesiyle şereflendiğimiz kişi de bizim gibi topraktan yaratılmıştır. Tekrar
toprak olmaya mahkûmdur. Rabbimizin huzurunda durup O'na hitâp etme "şerefi" ve "makâmı" ne
kadar yüksektir! Dünyanın hiçbir "makamı" bu "şerefi" insana
kazandıramaz.
Teşehhütte de Sevgili Peygamberimize hitap etme şerefine nail oluyoruz.
O'na selâm veriyoruz.
Biz, kendiliğimizden bu makâma çıkmıyoruz. Dâvet olunmuşuz. Rabbimizin
huzurunda O'nun daveti ile bulunmak cennetten bile daha üstündür.