Resûlullahın kabrini ziyâret ederken...
24/06/2022 Cuma Köşe yazarı V.T
Resûlullah efendimizin
kabrini ziyâret eden kimse, dünyâ işlerini kalbinden çıkarır...
Sirâc-ül-Evliyâ Saîd-i
Fârûkî hazretleri evliyânın büyüklerindendir. Nesebi İmâm-ı Rabbânî
hazretlerine dayanır. 1802 (H.1217) senesinde Hindistan'ın Rampûr şehrinde
doğdu. Küçük yaşta Abdullah-ı Dehlevî'nin sohbetlerine devâm etmeye başladı.
Otuz iki yaşında iken de Abdullah-ı Dehlevî'den icazet aldı. Delhi'de uzun
müddet kalıp talebe yetiştirdi. 1857 senesinde İngilizler Hindistan'ı işgâl
edince Saîd-i Fârûkî hazretleri Medîne-i münevvereye göç etti. 1861 (H.1278)
senesinde orada vefât etti.
Saîd-i Fârûkî
hazretlerine, Resûlullah efendimizin kabrinin nasıl ziyâret edileceği
sorulduğunda buyurdu ki: Resûlullah efendimizin kabrini ziyâret eden kimse,
dünyâ işlerini ve bu ziyâretle alâkalı olmayan her şeyi kalbinden çıkarır.
Bunun için gayret gösterir. Bu gayrete, kalbinde, Resûl aleyhisselâmdan
istimdâd, yardım isteme hâli meydana gelinceye kadar devâm eder. Dünyâ sevgisi
ve nefsin arzu ve istekleri gibi kirli düşüncelerle meşgûl olan bir kalb,
Resûlullah efendimizin yardımlarına kavuşmaktan mahrûmdur. Hattâ o huzurda
böyle bir kalb ile bulunmak bile uygun değildir. Mümkün olan nisbette kalbini uygunsuz
düşüncelerden temizlemeye gayret ederek ve o huzurda bulunmaya layık olmadığını
düşünerek, mahzûn bir gönülle, Resûlullah efendimizin af ve merhametlerinin
genişliğinden ümitli olarak, O'nun kabr-i şerîfinde bizim bilmediğimiz bir
hayat ile diri olduğunu, ziyâretine gelenleri, ziyâretçinin derecesi, hâli ve
kalbine göre tanıyıp, yardım ettiğini ve daha bunun gibi şeyleri düşünerek
ziyâret eder. Muhabbet ve bağlılığı nisbetinde o deryâdan feyiz alır. İki cihân
saâdetine kavuşmanın, ancak ve yalnız dünyâ ve âhiretin efendisi olan Muhammed
aleyhisselâma tâbi olmaya bağlı olduğunu düşünerek, her hâlinde O'nun sünnet-i
seniyyesine uymaya çalışır.
“Sa'îd-ül-Beyan fî
Mevlid-i Seyyid-il-İnsü vel-Cân” isimli eserinde de şöyle buyurmaktadır:
Abdülmuttalib’in kızı Safiyye Hâtun şöyle anlatmıştır:
-Muhammedin “sallallahü aleyhi ve sellem” doğduğu sırada Âmine'nin ebesi idim. Muhammed’in nûru, lambanın ışığını bastırıyordu. O gece alâmetler gördüm, doğar doğmaz secde etti, başını kaldırıp, fasîh bir lisânla “Lâ ilâhe illallah innî Resûlullah” dedi, Onun nûruyla ev çok aydınlandı, doğduktan sonra yıkamak istediğimde, zahmet etme, biz Onu yıkadık diye bir ses işittim.