İstikâmetin önemi...
27/05/2024 Pazartesi Köşe yazarı R.A
"Sıdk" ve "İstikâmet" kelimelerinin
karşılığı olan doğruluk, ahlâkî vasıfların hepsinin kendisinde toplandığı bir
rûh hâlidir.
Geçen haftaki 2 makâlemizde, birer nebze, istikâmetten bahsetmiştik. Bugün
ve yarın da inşâallah, bu konu üzerinde biraz daha duracağız. Ma’lûm olduğu
üzere, doğruluk; inançta, düşüncede, sözde ve davranışta gerçekleşir. İyi
insanın vasıfları arasında en başta doğruluk yer almış ve Müslümânların temel
prensiplerinden olmuştur. Allah'tan gerçek manada korkmak, iyiliğe yönelmek,
râhatlık ve gönül huzûru duymak, ancak doğrulukla mümkündür.
"Sıdk" ve "İstikâmet" kelimelerinin karşılığı
olan doğruluk, ahlâkî vasıfların hepsinin kendisinde toplandığı bir rûh
hâlidir. Kur'ân-ı kerîmde doğruluk, geniş bir şekilde fayda ve hikmetleriyle
açıklanmıştır. Allah'a, âhirete, meleklere ve kitaplara îmân edenler;
mallarını akrabâya, yetîmlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere,
esîrlere harcayanlar; namazı kılan, zekâtı veren, sözünde duran ve sabredenler "doğrular" ve “takvâ
sâhibi kişiler” olarak nitelendirilmişlerdir. Ayrıca istikâmet
(doğruluk), Müslümânların ortak vasfı olarak tanımlanmıştır. (el-Bakara, 177; el-Ahzâb,
35; el-Fâtiha, 6)
İstikâmetin zıtları, karşıtları; “hıyânet” [doğruluğu
bırakıp, başkalarının hukûkuna tecâvüz etme, verilen sözde durmama ve ahde
riâyet etmeme], “sahtekârlık”, “yalancılık” ve “sapıklık” gibi
vasıflardır.
Kur’ân-ı kerîmde buyurulmuştur ki:
“Rabbimiz Allah’tır, deyip sonra istikâmette olanlar (doğru yolda
gidenler, dînin hükümlerine uyanlar var ya), onlara herhangi bir korku yoktur
ve onlar mahzûn da olmayacaklardır.”
“Onlar Cennet’liktirler. İşledikleri amellere mükâfât olarak orada ebedî
kalacaklardır.” (Ahkâf, 13-14)
“Gerçekten 'Rabbimiz Allah’tır' deyip de sonra istikâmet üzere olanlar
(sebât gösterenler ve sâlih amel işleyenler var ya), onların üzerlerine (ölüm
anında veya dehşet hâlinde): 'Korkmayın, mahzûn da olmayın; va’d olunduğunuz
Cennet’le neş’elenin' diye melekler ineceklerdir.”
“(Ve melekler şöyle diyeceklerdir: Biz hem dünyâ hayâtında, hem de âhırette
sizin dostlarınızız. Size, bu âhırette nefislerinizin hoşlanacağı (nimetler)
var; hem size, burada ne isterseniz var.” (Fussılet, 30-31)
Ma’lûm olduğu üzere, Sevgili Peygamberimiz, bir gün, “Şeyyebetnî
sûretü Hûd: Hûd sûresi beni ihtiyârlattı (saçıma-sakalıma ak
düşürdü)” buyurmuştur. (Tirmizî, Tefsîru Sûreti Hûd, 6;
Hadîs no: 3.297)]
Sebebi sorulduğunda, Allahü teâlânın, orada, kendisine yanî Sevgili
Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâma şöyle bir emir verdiğini zikretmiştir:
“Bundan dolayı emrolunduğun gibi istikâmette (dosdoğru) ol. Beraberindeki
tevbe edenler de (doğru olsunlar). Aşırı gitmeyin. Muhakkak ki O,
bütün yaptıklarınızı görüp durmaktadır.” (Hûd, 112) [İnşâallah yarın
da aynı konuya devâm edelim.]