Namazın hakîkatini anlayamayanlar!..
10/07/2019 Çarşamba Köşe yazarı V.T
Namazın kâmil olması, farzlarını, vâciblerini, sünnetlerini ve
müstehâblarını yerlerine getirmekle olur.
Yanyalı Yûsuf Efendi Nakşibendî yolunun büyüklerindendir. Rumeli’de bulunan
Yanya beldesindendir. İstanbul’da ilim tahsil etti. 1245 (m. 1829) senesinde
vefât etti. Sohbetlerinde İmam-ı Rabbânî hazretlerinin Mektubat kitabını çok
okurdu. Bir sohbetinde şu mektubu okudu:
Namazın kusursuz, kâmil olması, bu fakire göre, fıkıh kitaplarında uzun
uzadıya yazılmış olan farzlarını, vâciblerini, sünnetlerini ve müstehâblarını
yerlerine getirmekle olur. Namazı tamâmlamak için, bu dört şeyden başka
yapılacak bir şey yoktur. Namazın (Huşû')u [yâni her uzvun tevâzu
göstermesi], bu dört şeyi yapmaktır. Kalbin (Hudû')u, [yâni Allah
korkusu] da yine bunları tamam yapmakla olur.
Bazıları, bu dördünü uzun uzadıya öğrenip ezberlemekle, namazımız tamam
oldu deyip, bu öğrendiklerini iyi yapmakta gevşek davranmışlar. Bundan dolayı
namazın kemâlâtından az bir şey kazanabilmişlerdir.
Bir kısmı da, namazda dünyayı unutup, kalplerinin Allahü teâlâ ile olmasına
ehemmiyet verip, âzâların edebli bulunmasını gözetmemişler. Yalnız farzları ile
sünnetlerini yerine getirmişlerdir. Bunlar da namazın hakîkatini
anlayamamıştır. Namazın kemâl bulmasını, namazdan başka şeyde
aramışlardır. Çünki, namazda kalbin hazır olması, şart değildir. Hadis-i
şerifte, (Kalp hazır olmazsa, namaz da olmaz) buyuruldu
ise de bu, kalbin, yukarıda bildirilen dört şeyin yapılmasında hazır olması,
uyanık olması demektir. Yâni bunların hepsinin yapılmasında gevşeklik
olmamasına dikkat etmektir. Kalbin bundan başka, hazır olmasını bu fakir
düşünemiyorum.
Namazlar arasındaki fark, kılanlar arasındaki farktan gelir. Bir ibâdeti
yapan iki farklı kimseye, eşit sevap verilmez. Bir makbul, sevgili kula,
başkalarının o işine verilen sevaptan çok sevap verilir. Bunun içindir ki,
"Âriflerin gösteriş olan ibâdetlerine, câhillerin hâlis amellerinden daha
çok sevap verilir" demişlerdir. Âriflerin hâlis amellerine kimbilir
ne kadar çok verilir?
Bunun içindir ki, Ebû Bekir radıyallahü anh, Peygamberimizin bir
yanılmasını, kendi doğru ve hâlis amelinden daha kıymetli olduğunu bilerek,
"Keşke Muhammed aleyhisselâmın bir sehvi olsaydım" demiş, bütün
ibâdetlerini verip Onun bir yanılmasını almak istemiştir. Yâni Onun bir sehvi
olmayı istemiştir. Bütün amellerini, hâllerini, Onun bir yanlış işinden aşağı
bilmiştir.