Yaratıcı var demek yetmez!
19/07/2024 Cuma Köşe yazarı A.D
"Yaratıcı var" demekle, Allah’a inanmak çok farklıdır. Yaratıcı diye, hayalî bir varlığa inanmanın ateistlikten hiç farkı yoktur.
Ateist de, deist de dinsizdir!.. Deist,
bir yaratıcı var dediği hâlde, hiçbir dine ve peygambere inanmıyor. Nasreddin
Hoca'nın, "Doğduğuna inanıyorsun da, öldüğüne niye inanmıyorsun?" dediği
gibi, "Ben öğrenciyim, ama öğretmene, derse, imtihana
inanmam" denir mi? Öğrenci ise, öğretmene, derse inanması gerekir.
"Ben kanuna inanırım, ama savcıya, mahkemeye inanmam" denir mi?
Ortada bir kanun varsa, bunu hazırlayanlar var, onları uygulayan mahkemeler var
demektir...
Bir kimse, yaratık yani kul ise, kendini yaratana inanması
lazımdır. Yaratıcıya inananın da, elbette onun emir ve yasaklarına inanması
gerekir. Yaratıcı var demekle, Allah’a inanmak çok farklıdır. Yaratıcı diye,
hiçbir şeye karışmadığı tasavvur edilen hayalî bir varlığa inanmanın
ateistlikten hiç farkı yoktur. Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselamdan beri çeşitli
dinler, peygamberler ve kitaplar göndermiştir. Bunları kabul etmeyen, Allah’ı
kabul etmiş sayılmaz.
Her peygamber, zamanındaki en ileri ilimlerde mucize
göstermiş, Allahü teâlânın birer elçisi olduğunu ispat etmiştir. İmam-ı
Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Musa aleyhisselam zamanında sihir çok
ileriydi. Musa aleyhisselamın asasının büyük yılan olup, kendi sihirleri olan
yılanları yuttuğunu görünce, bunun sihrin dışında ve insan gücünün üstünde
olduğunu anlayıp, hemen iman ettiler...
İsa aleyhisselamın zamanında, tıp ilmi çok ileriydi.
Çok hastalığa çare bulunmuştu. Hazret-i İsa gelince, tıp uzmanlarının tedavi
edemediği hastalıkları iyileştirdi. Anadan doğma körlerin gözünü açtı. Ölüleri
diriltti. Beşikteyken konuştu...
Muhammed aleyhisselam zamanında da, edebiyat, şairlik
ve belagat sanatı en yüksek derecesine varmıştı. Resulullah, Kur’ân-ı kerîmi
getirince çoğu, onun belagatinin icazı karşısında, bunun Allah kelamı olduğunu
anlayarak, Müslüman oldu. (İsbat-ün-nübüvve)
Tarih incelenirse insanların, önlerinde Allahü
teâlânın gönderdiği bir rehber olmadan, kendi başlarına gidince, hep yanlış
yollara saptıkları görülür. İnsan, kendisini yaratan büyük kudret sahibinin var
olduğunu, aklı sayesinde anladı, fakat ona giden yolu bulamadı. Peygamberleri
işitmeyenler, yaratıcıyı önce etraflarında aradı. Kendilerine en büyük faydası
olan güneşi yaratıcı sandılar ve ona tapmaya başladılar. Sonra, büyük tabiat
güçlerini, fırtınayı, ateşi, kabaran denizi, yanar dağları ve benzerlerini
gördükçe, bunları yaratıcının yardımcıları zannettiler. Her biri için bir
resim, alamet yapmaya kalktılar. Bundan da putlar doğdu. Böylece, çeşitli
putlar ortaya çıktı. Bunların gazabından korktular ve onlara kurbanlar
kestiler. Hattâ insanları bile bu putlara kurban ettiler. Her yeni olay
karşısında, putların miktarı da arttı. İslamiyet geldiği zaman Kâbe’de 360 put
vardı...
Kısacası insan, bir, ezelî ve ebedî
olan Allahü teâlâyı kendi başına bir türlü tanıyamadı. Bugün bile güneşe ve
ateşe tapanlar vardır. Bunlara şaşmamalı, çünkü rehbersiz, karanlıkta doğru yol
bulunamaz. (Herkese Lazım Olan İman)