Eshab-ı kirâm dünyaya hiç kıymet vermedi!..
16/06/2022 Perşembe Köşe yazarı S.A
Eshab-ı
kirâm, İslâmiyet ile şereflenmelerinden çeyrek asır bile geçmemişti
ki; daha dün sıkıntı içinde yaşarken, bugün hesapsız servete sahip
olmuşlardı...
Eshab-ı kirâm efendilerimizin yanında maddenin hiçbir değeri yoktu. Onlar hep manevî olanlara önem verirlerdi. Bunun için de fazilette onlara yetişilemez...
İslâm devleti kuruldu.
İran ve Bizans fethedildi. Kisra ve Kayser'in hazineleri Başkent Medine-i
Münevvere'ye taşındı. Bu muazzam iki devletin geliri, en kıymetli eşyaları bu
mübarek beldeye aktı, âdeta Müslümanların üzerine yağdı. Fakat müminleri
ebedîlik yolundan çeviremedi!..
İslâmiyet ile
şereflenmelerinden çeyrek asır bile geçmemişti ki, daha dün sıkıntı, açlık,
yaşayacak kadar yiyecek, soğuktan sıcaktan korunacak kadar giyecekten başka bir
şey bulamazken, bugün hesapsız servete sahip olmuşlardı.
Onlar
isteselerdi, Kisra'nın ve İran'ın enkâzı üzerinde, muazzam bir
Arap saltanatı kurabilirlerdi. Çünkü bu devletlerin vârisi
olmuşlardı. Kisra, yalnız İran'ın geliriyle saltanat sürmüş, Herakliyus da
sırf Bizans'ın mal ve mülkü ile debdebe içinde yüzmüş ise Hazreti Ömer
"radıyallahü anh" için bu iki imparatorluğun geliri ile saltanat
sürmesi mümkündü ve elindeydi. Fakat o, bu âyet-i kerimeyi duymuştu: (El Kasas
sûresi 83.) "İşte ahiret yurdu! Biz onu yeryüzünde üstünlük
sağlama arzusuna düşmeyenlere veririz. Sonuç takva sahibi olanlarındır."
Sanki onlar,
Peygamberimizin (aleyhisselâm) vefatından önce buyurduğu şu hadis-i şerifi
şimdi dinler gibiydiler: "Yemin ederim ki, bundan böyle sizin için
fakirlikten korkmuyorum. Belki, sizden önceki ümmetlerin önüne dünyalık
kapıları açılıp yek diğerine hased edilerek helâk oldukları gibi, sizin önünüze
de dünya kapıları açılarak birbirinize hased edip helâk olmanızdan
korkuyorum."
İslâm davasının ruhunu
böyle korudular. Peygamberlerinin örnek hareketlerine böyle sarıldılar.
Çok şaşılacak şey; bu büyük fetihlerle İran ve Bizans medeniyeti denizine
dalıp, ahlâklarından, prensip ve âdetlerinden hiçbir şey kaybetmeden, üzerleri
ıslanmadan, sahil-i selâmete çıkmaları ve Eshâb-ı kirâmın (aleyhimürrıdvan) bu
bol fütûhata rağmen, hâlâ ruh ve şahsiyetlerini, zühd ve mütevâzı yaşayışlarını
koruyabilmeleridir...
Hatta onlardan sonra gelen ve Tabîin'in büyüklerinden olan Ömer bin Abdülaziz'in zamanındaki adalete şahit olan birçok gayrimüslim de iman etmiştir. O, hem emir'ul-müminin, yani yeryüzünün en büyük ve en güçlü devletinin reisi, hem de ilk yüz yılının müceddidi idi. Hiç ama hiç dünyaya ve içindekilere kıymet vermedi. Ankebut Suresi 64. âyet-i kerimede meâlen "Bu dünya hayatı, ancak bir eğlenceden ve bir oyundan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte gerçek hayat odur. Keşke bilselerdi..." Bu da ona dünyanın ne mal olduğunu çok güzel anlatmıştı...