Bu dünyâ oyun ve eğlence yeri değil!

26/07/2020 Pazar Köşe yazarı V.T

"Onlar; çocukluk zamanlarını zevk-ü sefâ ile, gençliklerini oyun ve eğlence ile geçirirler."

 

Bedreddîn İbn-i Habîb el-Halebî hazretleri Şafiî fıkıh ve siyer âlimidir. 710 (m. 1311)’de Halep’te doğdu. Halep, Kahire, Kudüs ve Şam’da tahsilini tamamladı. Halep'e dönünce kadı naibi oldu. 779'da (m. 1377) Halep’te vefat etti. Buyurdu ki:

Her kulun Rabbine hamd etmesi lâzımdır. Çünkü onu yaratıp, yaşatan ve rızık veren Allahü teâlâdır. O’nun Resûlüne de salât okuması lâzımdır. Allahü teâlâya hamd olsun. O’nun Resûlüne selâm olsun...

Ey hidâyet nûrunu kazanmış ve kurtuluşa kavuşan kardeşim! İyi bilki, şüphesiz Allahü teâlâ seni kul olarak yarattı. Kendisini tanıman, O’na boyun eğmen ve itaat etmen husûsunda seni imtihan ediyor. Tâbi tutulduğun imtihanın dört yönü vardır. İki tanesi ubûdiyyet ve ibadettir. Kulluk, senin nefsinin sıfatı, ibâdet ise işinin sıfatıdır. O hâlde her akıl sahibinin, kendisini yaratan ve nimetler ihsân eden Rabbini tanıması, O’nun taksimine ve verdiğine râzı olması, kaderine rızâ göstermesi lâzımdır. Râzı olmanın en aşağı derecesi, Rabbinin nimetlerine, ihsânlarına ve iyiliklerine şükretmekten âciz olduğunu bilmesidir. Bu acizliğini anladıktan sonra da, Rabbinin azameti, yüceliği karşısında boyun eğmelidir.

“Hayat, bu hayattır. Bu dünyâdan başka bir dünyâ yoktur” sözü îmân etmeyenlerin sözüdür. Onlar, dünyâyı yeme-içme, bir oyun ve eğlence yeri, hakikî vatan ve ikâmetgâh olarak sandılar. Bu yüzden çocukluk zamanlarını zevk-ü sefâ ile, gençliklerini oyun ve eğlence ile geçirirler. Bülûğ çağlarına erişince, dünyâyı kendilerine mülk edinirler. Bundan sonra yaptıkları işlerle övünürler. Hâlbuki dünyâ, bu değildir. Bilakis dünyâ; işleriyle, yaldızlarıyla insanları cezbedip, peşinde koşturan bir yorgunluk yeri ve içerisinde yaşı yanların menfaatleri için birbiriyle boğuştukları bir savaş meydanıdır. Aslında, dünyâ bir helak yeridir. Kendilerini akıllı sanan bazı kimseler, dünyâ için olanca gücü ile çalışıp, ihlâslı olmaya uğraşır. Fakirliğe ve insanlardan uzak kalmaya sabrederler. Fakat nefsi ona musallat olup, ibâdetlerde yüksek derecelere kavuştuğunu fısıldar. Kendisini Allahü teâlânın yakın kullarından görüp, ucub hastalığına yakalanır, kendini beğenir. Bu yüzden ibâdetleri, odunun ateşte yandığı gibi yanar. Amelleri meyvelerin dallardan düşmesi gibi düşer.

Ucub, riyadan daha kötüdür. Ucub, dünyâ ve âhiret bozukluğuna şâmildir.