Kalplere şifâ olan bazı nasihatler...
14/01/2023 Cumartesi Köşe yazarı V.T
Mehmed Hilmi Efendi son devir velîlerindendir. Malatya'nın
Dârende kazâsının Yenice nâhiyesinde doğdu. İlk tahsîlini Dârende'de tamamlayan
Hilmi Efendi, ihtisas için İstanbul'a gitti. Abdülazîz Han zamânında Fâtih
Medresesinde tahsil gördü. Bu arada İstanbul'da Gümüşhâneli Ziyâeddîn Efendinin
ders ve sohbetlerine devâm etti ve halîfelik icâzeti alıp, Dârende'ye döndü.
Sonra da Sivas'ta Nalçacızâde Hacı Ahmed Efendiden feyiz aldı. Bu zâttan da
icâzet aldı. Hâcı Ahmed Efendi, Küçük Âşık Efendi denilen Âşık Muhammed
Mısrî'nin bu da Hâlid-i Bağdâdî'nin halîfesidir. Daha sonra Maraş'a yerleşti ve
talebe yetiştirdi. 1916 (H.1334) yılında Maraş'ta vefât etti.
Bir gün talebelerinden biri çok hastalandı. Hiçbir tedâvî fayda
vermedi. Doktorlar ümidi kestiler. Başında bekleşen akrabâları hastanın küçük
çocuğuna; "Dârendeli hoca efendiye git. Babam çok hasta, onun ilacı
sendeymiş, diyerek ilaç iste, yalvar, ağla..." dediler. Çocuk Hilmi
Efendinin yanına gelip, babam hasta, babamın ilâcı sendeymiş deyip boynunu
bükünce, şeyh hazretleri onun başını okşayıp; "Haydi oğlum sen evine git.
İnşâallah baban şifâ bulmuştur" deyip gönderdi. Gerçekten de çocuk eve
gelmeden ağır hasta olan babası iyileşerek ayağa kalktı.
Hilmi Efendinin kalplere şifâ olan sözlerinden bâzıları şunlardır:
"Cehennem yoluna düşüp de Cennet arzu eden kimsenin hâli,
kuzeye gidip hacc-ı şerîfe gidiyorum diyenin hâline benzer."
"Hırs sâhibi her zengin fakirdir. Kanâat eden herkes
zengindir."
"Hiçbir velî ben evliyâyım yanıma geliniz, sizi irşâd
edeyim, demez. Çünkü onlar kendilerini ve kerâmetlerini gizlemekle
görevlidirler. Bize lâzım olan, evliyâ olduğu söylenen şahsa bakarız. Eğer
yaşayışı İslâmiyet'e tam uyuyor ve elinde silsile-i aliyyeden gelen ve bu yolda
yetişmiş büyük bir zâttan tasdikli icâzeti, yetki belgesi varsa o zâta büyük
zât diye hürmet ederiz."
"Fen ilimleri, sâlih ile fâsık arasında müşterektir. Müslüman, kâfir herkes öğrenebilir ve hem öğretmiş olduğu ilmi geri almak lâzım gelse alamaz. Nitekim sanatkârın hâli böyledir. Fakat İslâmiyetin emir ve yasaklarından birine muhâlefette ısrar edici olsa dînî ilimlerden bir şey kazanamaz. Tasavvuf yolunda edindiği dereceler ise talebenin hocasına ters düşmesi ile elinden alınır ve sanki hiç görmemiş, okumamış gibi olur. İşte dînî ilimler ile fen ilimlerinin farkı budur."