“Senden başka hiçbir ilâh yoktur"
17/11/2018 Cumartesi Köşe yazarı V.T
Resûlullah Efendimiz dedi ki: “Yâ Rabbî! Ben seni hakkıyla övemem Sen kendini övdüğün gibisin...”
Abdülmelik Cüveynî hazretleri Şafiî mezhebinde meşhur fıkıh ve hadîs âlimidir. 419 (m. 1028)’de İran’da Nişâbûr şehrinin Cüveyn nahiyesinde doğdu. 478 (m. 1085)’de Nişâbûr’da vefât etti. İlimdeki yüksekliğinden dolayı kendisine, “İmâm-ül-Haremeyn” unvanı verildi. İmâm-ı Gazâlî’nin hocası olan İmâm-ül-Haremeyn, bir gün ziyâret için büyüklerden birinin evine gittiğinde, âlimler ve büyükler onun etrafında toplandılar. O esnada meclisten biri kalkarak, İmâm’a Tâhâ sûresinin 5. âyet-i kerîmesini okuyarak, “Allahü teâlânın mekândan münezzeh olduğuna delîlin nedir?” diye sordu. İmâm-ül-Haremeyn “Yûnus aleyhisselamın balığın karnında (Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Seni bütün noksanlıklardan tenzih ederim. Gerçekten ben haksızlık edenlerden oldum) diye duâ etmesidir” deyince orada bulunanlar bu cevaba hayret ederler. Ev sahibi de meselenin açıklanmasını ister. Bunun üzerine İmâm-ül-Haremeyn “Burada bin dirhem borcu olan bir fakir var. Onun borcunu öderseniz meseleyi açıklarım” der. Ev sahibi, borcu ödemeyi kabul eder. İmâm-ül-Haremeyn cevâbını şöyle açıklar:
Resûlullah Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), mi’râcda yüksek makamlardan, cenâb-ı Hakkın dilediği yere yükseldi ve orada “Yâ Rabbî! Ben seni hakkıyla övemem Sen kendini övdüğün gibisin” dedi ve yine Yûnus aleyhisselam denizin derinliklerinde, balığın karnında, karanlıklar içinde imtihan olurken meâlen; “Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Seni bütün noksan sıfatlardan tenzih ederim. Gerçekten ben haksızlık edenlerden oldum” (Enbiyâ-87) diye duâ etmesidir. Cenâb-ı Hakkın bir mekânı olsaydı, mi’râcda olan Peygamber efendimiz ve balığın karnında bulunan Yûnus aleyhisselam karşısındaki birine hitâb eder gibi hitâb ederlerdi. Bu âyet-i kerîme, Allahü teâlânın bir mekânda olmadığına delâlet ediyor.”
Cüveynî hazretleri buyurdu ki: “İlim, iki kısımdır. Birincisini öğrenmek herkese lâzımdır, ikincisini öğrenmek, farz-ı kifâyedir. Bunu taklidden çıkıp, müctehid olan âlim öğrenir. Bir şehirde, böyle bir âlim bulunursa, başkaları öğrenmeme günâhından kurtulur. Böyle âlim hiç bulunmazsa, hepsi âsi olur. Böyle bir âlim, kitaptan, sünnetten, icmâ’dan ve kıyâstan hüküm çıkarır ise, buna (Müctehid-i müstekıl) denir. Uzun zamandan beri, böyle müctehid yoktur.”