Verilen muhabbeti bir daha almazlar!..
25/02/2024 Pazar Köşe yazarı V.T
"Tasavvuf yolunda ilerlemek isteyen tâlibe üç şey lâzımdır; taleb,
çalışmak, ilim."
Bâbâ Şeyh Mübârek Buhârî hazretleri evliyânın büyüklerindendir. On beşinci asırda yaşadı. Seyyid Emîr Külâl (Gilal) hazretlerinin oğlu Seyyid Emîr Hamza'nın talebesidir. Seyyid Emîr Külâl'in talebesi olduğu da rivâyet edilmiştir. Evliyânın meşhûrlarından olan Hâce Muhammed Pârisâ, Mübârek Buhârî'nin de sohbetinde bulunup feyiz almıştır.
Bu mübarek zat, sohbetlerinde buyurdu ki:
"Muhabbet kesbî değil (çalışmakla kazanılmaz)
vehbîdir. Her kime muhabbet verilirse, bir daha geri almazlar."
"Tasavvuf yolunda ilerlemek isteyen tâlibe üç şey
lâzımdır; taleb, çalışmak, ilim."
"Kul ile Rabbi arasında olan muâmele, henüz
sütten yeni kesilmiş mâsum bir çocuk ile annesi arasında olan muâmele gibi
olmalıdır. Mâsum çocuk annesini kaybetmiş, oturmuş ağlar. 'Annemi isterim' der.
'Annenin ismi nedir oğul?' dediklerinde, 'bilmem' der. Yine annemi isterim diye
ağlar. 'Annenin evi nerededir?' dediklerinde, bilmem der. Yine annemi isterim
diye ağlar... İşte bu şekildeki çocuğu herkes korur, yardımcı olur."
"Allahü teâlâ insanın yüreğine
rûh âleminden bir gönül yâni kalb yerleştirmiştir. Bu gönülün; bilmek, tanımak,
istemek, sevmek gibi husûsiyetleri vardır. Meselâ bu gönüle birbirine zıt iki
şeyin sevgisi sığmaz. Bu gönüle; kendisini yaratanı bilmek, O'nu sevmek, rızâsına
kavuşmayı arzu etmek, Allahü teâlânın rızâsına kavuşmanın yolu olan
Resûlullah'a her bakımdan tâbi olmak, O'ndan başka her şeyden alâkayı kesmek,
bu geçici dünyâda kalb huzûru içinde vakti Allahü teâlâya ibâdetle geçirmek ve
Allahü teâlânın rızâsına muvâfık şekilde konuşmak lâyıktır. Böyle bir gönüle
sâhip olmayan bir kimse, insan sûretinde bir mahlûktur. Böyle bir saadetten
mahrûm olan kimse, kati olarak hastadır. Bunun ilâcı ise, gafletten uyanıp
pişman olmak, af ve magfiret etmesi için Allahü teâlâya yalvarmak, kabûlünü,
tevfîkini ve yardımını istemek, üzerinde bulunan Allahü teâlânın ve kulların
haklarını ödemek, hak sâhiplerini râzı etmektir. Eğer o anda bu hakları ödemek
gücüne sâhip değilse, bunları gücü yettiği zaman ödemeye kati karar vermeli,
sünnet-i seniyyeye uyup, işlerinde azîmetlere (nefse zor gelen şeylere)
sarılmalı, bidat ve ruhsatlardan sakınmalı, her işinde ve her hâlinde Resûl-i
ekreme ve O'nun Eshâb-ı kirâmına tâbi olmalıdır."