Seyyid Abdülhakîm Efendi'nin cuma hutbesi
04/03/2020 Çarşamba Köşe yazarı H.Y
"İbâdet, emirleri yapmak demektir. Kur’ân-ı kerîmi, hutbeyi okumak
ibâdettir. Bunların mânâsını anlamak emir olunmadı."
Dinde tahrif hareketleri -29-
Eshâb-ı kirâm ve Tâbi’în-i ızâm, Asya'da ve Afrika'da, hutbeleri hep arabî
okudu. Çünkü, başka dil ile okumak, bid’at ve mekrûh olur. Bunun için,
Türkiye’deki İslâm âlimleri, altıyüz seneden beri, hutbeleri Türkçe okutup,
milletin anlamasını çok istediler ise de, hutbelerin kabul olmayacağını
düşünerek, buna izin veremediler. Ayrıca, cuma vaazları koydular. Burada
vâizler, namazdan önce veya sonra, hutbenin mânâsını anlatırdı. Cemâat, hutbeyi
böylece öğrenirdi. Şimdi ise Türkiyede hutbeler, 1932 yılından bugüne kadar
resmî bir emirle Türkçe olarak okunmaktadır. Ezân, aslı üzere Arabî
okunmaya 1950 yılında tekrar başladığı hâlde, cuma ve bayram hutbeleri hâlâ
neden Türkçe okunuyor?!.
İstanbul câmilerinde, 1943 yılına kadar 25 yıl vâizlik ve imamlık yapan, Mürşid-i
kâmil Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî “kuddise sirruh” buyurdu ki:
"İbâdet, emirleri yapmak demektir. Kur’ân-ı kerîmi, hutbeyi okumak
ibâdettir. Bunların mânâsını anlamak emir olunmadı. Bunları anlamak, ibâdet
değildir. Kur’ân-ı kerîmi anlamak için, yetmişiki yardımcı ilmi ve sekiz temel
ilmi öğrenmek lâzımdır. Ancak, bundan sonra, Kur’ân-ı kerîmi anlamaya istidâd
hâsıl olup, cenâb-ı Hak, ihsân ederse, anlayabilir. Herkes anlamalıdır demek,
dîne müdâhene etmek olur." (Seâdet-i ebediyye s. 259)
Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî hazretleri, cuma hutbesine başlarken,
önce minberde Türkçe olarak şunları anlatırdı:
“Fırsat ganîmettir. Ömrün tamamını faydasız işlerle telef ve sarf etmemek
lâzımdır. Belki tamam ömrü, Hak celle ve alânın rızâsına muvâfık ve mutâbık şeylere
sarf etmek lâzım ve lâbüd [lâzım, gerekli] ve vâcib ve lâyıktır. Beş vakit
namazlar, ta’dîl-i erkân ile, cemiyyet-i bâtın ve cemâat ile edâ edilmelidir.
Ve teheccüd namazlarını elden çıkarmamalı. Seher vakitlerini istiğfârsız
geçirmemeli. Gaflet uykusuyla hoşlanmamalı, huzûz-ı âcile [dünya zevkleri] ile
mağrûr olmamalı [aldanmamalı]; tezekkür-i mevt [ölümü düşünmeli], ahvâl-i
âhireti [âhiret ahvâlini] göz önünde bulundurmalı. Umûr-ı gayr-i meşrû’a-yı
dünyeviyyeden i’râz [harâm olan dünyâ işlerinden yüz çevirip], bâkî kalan
âhiret işlerine ikbâl etmek lâzımdır. Lâzım ve zarûrî olan, dünya maîşeti
işleri ile meşgûl olup, sâir vakitleri, âhıreti imâr etmekle meşgul olmalı.
Hâsıl-ı kelâm [sözün kısası], mâsivânın [Allahü teâlâdan gayri şeylerin] muhabbetinden
korunmalı ve bedeni ahkâm-ı islâmiyyeye uymakla süslemeli, onunla meşgûl
olmalı. İşin hakîkati budur. Bundan gayri cümlesi hiçtir. Bâkî [devamlı kalıcı]
ahvâlimiz hayırlı olsun. Vesselâm." [Kıymetsiz Yazılar s. 217]
Bundan sonra, hutbenin tamamını Arabî olarak okurlardı...