Müslümânların göz bebeği Mazhar-ı Cân-ı Cânân
03/06/2023 Cumartesi Köşe yazarı A.D
Seyyid Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri tasavvuf
mütehassıslarının büyüklerindendir. Silsile-i aliyyenin yirmi yedincisidir.
Müslümânların göz bebeğidir. 1111 [m. 1699] senesinde Hindistân'da doğdu. 1195
[m. 1781] senesinde şehit edildi. Abdüllah-ı Dehlevî hazretlerinin
kabri yanındadır...
Bu mübarek zatın asıl ismi, Şemseddîn Habîbullah'tır. Babası
Mirza Can'dır. Onun ismine izafeten "Cân-ı Cânân" denilmiştir...
Zekâ, fehim ve anlayışının parlaklığını gören feraset erbabı, onun yüksek bir
fıtrata, yaratılışa sahip olduğunu söylerlerdi.
Buyurdu ki:
"Çocuktum. Bir kimse babamla konuşuyordu. İmam-ı Rabbani
hazretlerinden bahsettiler. Ben o anda imam-ı Rabbani hazretlerinin
ruhaniyetini gördüm. Bana oradan kalkmam için işaret etti. Bu hâli babama
söyleyince; 'Anlaşıldı ki, sen onların yolundan istifade edeceksin' dedi.
Allahü teâlâ benim tıynetime, sünnet-i seniyyeye ittiba etme, uyma hasletini
yerleştirmiş."
Kendisi ilim tahsilini şöyle anlatmıştır:
"Farisî lisanını ve diğer bazı bilgileri babamdan, Kur'ân-ı kerimi,
tecvid ve kıraat ilmini Kârî Abdürresul'den, aklî ve
naklî ilimleri de zamanımızın âlimlerinden öğrendim. Hacı Muhammed
Efdal'den, tefsir ve hadis ilmi öğrendim. Tahsilimi tamamladıktan sonra, bir
müddet de talebelere ders verdim. On altı yaşında babam vefat etti. Vefat
etmeden önce şöyle vasiyet etti:
-Bütün vaktini, kemalatı, olgunlukları ve üstün dereceleri elde
etmek için harca. Kıymetli ömrünü boş şeylerle geçirme!..
Babamın vasiyetine uyarak, ilim öğrenmeye ve öğrendiğim ilimle
amel etmeye devam ettim. Seyyid Nur Muhammed Bedayunî'nin huzuruna gittim.
Mübarek yüzünü görünce marifet sahibi bir zat olduğunu anladım... Kısa
zamanda Nur Muhammed Bedayunî hazretlerinin sohbetinde yetiştim... Hocam
Seyyid Nur Muhammed Bedayunî'nin sohbetine dört sene devam ettim. Sonra bana
icazet verdi ve Ehl-i sünnet itikadı üzere olmamı, sünnet-i seniyyeye uymamı ve
bid’atlerden sakınmamı vasiyet etti..."
***
Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri, şehitlik derecesine kavuşmayı çok arzu ediyordu... Muharrem ayının yedisinde Çarşamba gecesi kapısının önünde pek çok kimse toplanmıştı. Bunlar arasından üç kişi ısrarla içeri girmek istiyorlardı. Nihayet izin alıp içeri girdiler. Bunlar Moğol ve Mecusi idiler. Meğer bunlar o mübarek zatı öldürmek üzere gelmişlerdi. İçlerinden biri üzerine hücum edip hançeri kalbine yakın bir yere sapladı. Ağır yaralanmış ve yere yıkılmıştı... Bu yaralı hâliyle üç gün daha yaşadı... O gün hem Cuma, hem de Aşûre günü idi... Allahü teala şefaatlerine nâil eylesin...