Akıllı kime denir?
29/04/2024 Pazartesi Köşe yazarı R.A
“Akıllı kimse [akıllı Müslümân], nefsini, kendisini hesâba çeken ve ölümden sonrası için amel işleyen, hâzırlık yapan kişidir.”
Allahü teâlânın dostlarından Yunus Emre (rahmetullahi
aleyh) buyurmuştur ki:
“Bu dünyâya gelen
kişi/Âhir yine gitse gerek./Müsâfirdir, vatanına/Bir gün sefer etse gerek.”
Bizler, bu dünyâda birer yolcuyuz. Günün birinde,
hepimiz ebediyet âlemine göçeceğiz. Zâten Peygamber Efendimiz de “Dünyâda
bir garîb veya yolcu gibi ol; kendini kabir ehlinden (ölülerden) say” buyurmuştur.
Niçin? Çünkü doğmak, ölümün habercisidir. Her insân, bu dünyâda
kendisine takdîr edilen ömrü, İlâhî irâde istikâmetinde geçirmekle mükelleftir.
İnsan, yaratılışı îcâbı hayâtı sever, ömrünün
uzamasını ister. Ancak, uzun ömür, Cenâb-ı Hakk’ın yolunda tüketilmiş ise
hayırlıdır. Nitekim bir sahâbî, Sevgili Peygamberimize, “Yâ Resûlallah!
İnsanların hayırlısı [en iyisi] kimdir?” diye sordu.
Peygamber Efendimiz ona şöyle cevap verdi: “İnsanların
hayırlısı [en iyisi], ömrü uzun olup ameli güzel olandır.”
O sahâbî, “Peki, insanların şerlisi [en
kötüsü] kimdir?” diye sorunca da, Resûlullah Efendimiz, “Ömrü uzun
olup da, ameli kötü olan” [Tirmizî] buyurmuştur.
Yüce Allah, Kur'ân-ı kerîm’inde, Mülk sûresinin 2.
âyetinde: “Amelce hanginiz daha güzeldir diye [yanî hanginizin
daha güzel amelde bulunacağını] imtihân edip ortaya çıkarmak için ölümü
de, hayâtı da yaratan O'dur. O, azîzdir (her şeye gâliptir), gafûrdur
(çok bağışlayandır)" buyurmuştur. Demek ki hayât
ve ölümün yaratılmasında, imtihân maksadı vardır.
Bir hadîs-i şerîfte “Akıllı kimse [akıllı
Müslümân], nefsini, kendisini hesâba çeken ve ölümden sonrası için amel
işleyen, hâzırlık yapan kişidir” buyurulmuştur.
Peygamberlerin hepsi, insanları fevz u necâta yani
dünyâda ve âhirette kurtuluşa da’vet etmiş, sırât-ı müstakîmi, doğru olan yolu,
bıkmadan, usanmadan ve yılmadan anlatmışlardır.
Bu Peygamberlerin ve kitapların gönderilmesi, bunlarla
sırât-ı müstakîmin, doğru yolun, rızâ-i İlâhî’ye ve Cennet’e götüren yolun
gösterilmiş olması, şüphesiz ki, yüce Allah’ın, kullarına olan ni’metlerinin en
büyüğüdür.
İnsanların, zaman zaman içine düştükleri birtakım
vahîm yanlışlık ve bayağı işler, her zaman ve mekânda, Allahü teâlânın
gönderdiği Peygamberler (aleyhimüsselâm) ve hak dînler vâsıtasıyla
düzeltilmiş, îmân ve ibâdette hak olan Ma’bûd’a (Allah’a)
yönelmeleri emredilmiştir.
Bilindiği gibi İslâmiyet, insanların hem rûhî, hem de
maddî refâhını en mükemmel şekilde te'min edecek prensipler getirmiş, insan hak
ve vazîfelerini en geniş şekilde düzenlemiş, insanların yardımlaşmalarını,
kardeşçe yaşamalarını, birbirlerine hizmet etmelerini emretmiştir.
İslâm dîni, ahlâkı ve medeniyeti,
orijinaline uygun olarak, doğru bir sûrette öğrenilir ve öğretilirse, ona uygun
yaşanırsa, bütün fertlerin, âilelerin, cemiyetlerin, hattâ tüm insanlığın,
târihte olduğu gibi, günümüzde de râhat edecekleri, huzûr ve sükûn içerisinde,
emniyet ve âsâyiş üzere yaşayacakları; bütün dünyâdaki terör ve
anarşinin biteceği râhatlıkla söylenebilir...